20 Aralık 2020 Pazar

1917 - 2019

Sam Mendes’in yönettiği ve aynı zamanda yazımında yer aldığı 1917 filmi, WW1 devam ederken 6 Nisan 1917 tarihinde Schofield ve Blake isimli iki İngiliz askerin aldıkları saldırıyı iptal etme emrini 1600 askeri kurtarmak adına ilgili birime ulaştırmalarının hikayesidir.  Emri ulaştıracakları yerde Blake’in teğmen abisi de saldırıya katılacaktır. Ne var ki alınan istihbarat gereği Almanlar tamamen taktiksel bir geri çekilme yaparak 1600 askeri tuzağa düşürmek istemektedir. O nedenle emrin zamanında ulaştırılamaması bir katliama neden olacaktır. Yer Fransa’dır. Film “one-shot” olarak çekildiğinden bize savaşın ve tarafların mücadelesini göstermez, adı geçen 2 askerin yolculuğu ve bu yolculukta yaşadıkları anlatılır. Dolayısıyla bu film savaşın değil askerlerin filmidir. Blake ve Schofield ağaçların altında uyur haldedir ve görevli gelip Blake’i uyandırır ve yanına bir adam seçmesini ister. Blake de hemen yanında uyuyan ve aynı zamanda arkadaşı olan Schofield’i seçer ancak her ikisi de görevin ne olduğunu bilmemektedir. Generalin yanına götürülen bu iki askere görev tebliğ edilince neden Blake’in seçildiği anlaşılır, çünkü o haritalar konusunda yeteneklidir. Sonuç olarak uyku halindeki kahramanlar uyandırılmış, göreve çağrı gerçekleşmiştir. Yani artık yolculuk (kahramanın yolculuğu) başlayacaktır.

17 Aralık 2020 Perşembe

Apocalypse Now (Kıyamet) - 1979

Apocalypse Now (ülkemizdeki adıyla Kıyamet) Francis Ford Coppola'nın John Milius ile birlikte yazdığı ve kendisinin yönettiği, bana göre hiçbir zaman sonu olamayacak olan yani bitmeyecek olan bir filmdir. Bu filme Coppola’nın ruhu ya da isterseniz bunu aura olarak adlandırın tamamen nüfuz etmiş durumdadır. Aşağıda eklediğim resimlerin kendilerinden önceki veya sonraki paragrafla bir bağlantıları yoktur. Sadece filmden kesit olsun diye eklenmiştir.

1960'ların sonuna yaklaşılan dönemde John Milius senaryoyu yazmaya başlar ve 1969'da yazım işini bitirir. Milius'un arkadaşı George Lucas filmi 1,5 milyon $ bedelle yapmayı düşünür ancak fon bulamazlar ve o iş öylece kalır. Zaten o dönemde Hollywood yeni bir "decade"e girilirken Vietnam Savaşı'na dair filmler çekmek istemez. 70'lerde filmi Coppola'nın şirketi satın alır ve 1975'de Coppola filmi yapmak istediğinde artık Lucas, Star Wars ile ilgilenmektedir ve onu hazırlamaktadır. Bu nedenle, Coppola kendisi filmi yönetmeye karar verir. Başroldeki karakter Captain Willard (Yüzbaşı Willard) için Coppola, Al Pacino ile çalışmak ve onu oynatmak ister ancak, Al Pacino "ben beş ayımı Filipinler’de bir bataklıkta geçiremem" diyerek filmde başrol oynamayı reddeder. İleride yaşananlara bakacak olursak bu öngörünün de ötesinde şeyler olur. Aslında birçok problemle karşılaşılmasa belki 1976 veya 77 gibi bitebilecektir film. 

3 Aralık 2019 Salı

Dostoyevski Kumarbaz (1867) - Oscar and Lucinda (1997)

Dostoyevski'nin Kumarbaz romanı ile Oscar and Lucinda (1997) filminin el ele tutuşup kesiştiği nokta birinin edebiyatta diğerinin de sinemada kumar bağımlılığını gayet iyi şekilde işlemesidir. Kumarbaz romanı kabaca hem kumar tutkusunu hem de aşka dair tutkuyu genç bir adam üzerinden işlemektedir. Peki bu nasıl bir bağımlılıktır? Bu bağımlılık birçok adli ve psikolojik vakada görüldüğü üzere kişiyi 24 saat ve fazlasında aralıksız olarak hiçbir ihtiyaç için dahi masadan kalkmadan sabitlemekte ve belki en nihayetinde tüm hayatını kaybetmesine yol açmaktadır. Bu durum bahsettiğimiz romanda şu şekilde ifade edilmektedir: "Kumarbazlar insanın bir gün boyunca elinden iskambil kağıtlarını bırakmadan hatta sağına soluna bile bakmadan bir sandalyede oturabileceğini gayet iyi bilir." Kumar ve/veya bağımlılığına dair başka filmler olsa da Oscar and Lucinda senaryo ve biri erkek diğeri kadın 2 baş karakteriyle zirveyi hak eder. Oscar (Ralph Fiennes) bir Anglikan rahip olup kumar tutkusuyla kasıp kavrulurken oynayıp kazandıklarını yoksullara harcama hedefindedir. Diğer taraftan Lucinda (Cate Blanchett) ise kendine kalan yüklü mirasla 19. yy erkek egemen dünyasının kalıplarını yıkmaya çalışan genç bir kadın olup kumar bağımlısıdır. Yolları Avustralya'da kesişen bu iki insanın kumar bağımlılıkları onları bir bahse sürükler ve olaylar gelişir. "Tutku" kavramını en iyi bu filmde göreceğimiz için bu film zirvedir ki başka yönleriyle de fena film sayılmaz zaten. Son dönemde gerçek bir hikayeden uyarlanan Molly's Game (2017) bilinirlik olarak çok daha ilerideyken bağımlılığı en güzel Oscar and Lucinda işlemektedir. Bu bakımdan bu konudaki birçok başka filmi sayma gereği bile duymuyorum. Molly's Game'den öğreneceğimiz ise kazanmanın satın alınamayacağıdır. Yani multi milyoner de olsanız varabilecek, duyabilecek, ulaşabilecek her zevki tatsanız da "kazanma" hissini satın alamazsınız. Kazanmanın hazzı satın alınamadığından ister Oscar ödüllü bir Hollywood yıldızı olun ister orijinal Monet tablosu sahibi bir Ortadoğu zengini olun yine bir masa etrafında oyun oynarsınız. Sadece ve sadece kazanma duygusunu hissetmek onu yaşamak için. Molly's Game filminin aktardığı aslında çok daha fazla şey var ama bunlar arasında en önemlisi bu idi.

16 Ocak 2019 Çarşamba

Dog Day Afternoon (Köpeklerin Günü) - 1975

Kimilerine göre Al Pacino’yu Al Pacino yapan filmdir bu film. Ama nedense Al Pacino’nun bu film öncesinde Godfather-I ve II ile Serpico’da oynadığı unutularak mı söylenir yoksa bu filmde Pacino’nun oyunculuğunun ve diğer karakterlerin sanki olmasalar da olurlardı diye düşünülmesinden mi bilemem. Ancak şu var ki oyunculuğu Pacino’ya öğreten Coppola (ki Pacino sonrasında Apocalypse Now için Coppola’yı reddediyor) ve muhteşem bir Serpico varken bu film olmasa da Pacino zaten yoluna devam edecekti. Diğer taraftan, bu filmdeki Pacino harici oyuncuları önemsiz görürler ama bu yanlışta ısrar etmenin alemi yok. Filmde 10 saniye bile görünen her kim varsa yapması gerekeni ne fazla ne eksik olarak yapmış, tam yapması gereken şekilde yapmıştır.

5 Nisan 2018 Perşembe

Rear Window (Arka Pencere) - 1954

Rear Window (Arka Pencere), Alfred Hitchcock’un başroldeki karakter Jefferies’i (Jeff) oynayan James Stewart’tan sadece bakmasını istediği hem de 300-400 kere bakmasını istediği ve böylelikle izleyiciye onun nereye baktığını gösterdiği bir film. Evet, saçma bir giriş oldu. Yani başrol oyuncusundan bakması dışında bir şey yapması istenmemiştir filmde. Zaten filmin güzelliği de burada yatıyor.

Bu filmin öyküsünün Cornell Woolrich’in kısa bir öyküsünden alındığı bilinir. Öykü, odasına kapanıp kalan bir hasta ile ilgili ve bu hastanın bir bakıcısı var ama bu bakıcı olaylar sırasında hiç görülmez. Öyküde hasta bir kişinin penceresinden gördüğü şeyler betimleniyor ve bu kişinin yaşamının birden nasıl tehlikeye girdiği anlatılıyor. Sonunda ise katilin avlunun öteki tarafından hasta adama ateş etmesi ancak hasta adamın bir şekilde kendini savunmasıyla zirveye ulaşıyor.

31 Mart 2018 Cumartesi

Citizen Kane (Yurttaş Kane) - 1941

Orson Welles Hollywood’a tiyatrodan geçmiş bir sanatçıdır. Citizen Kane ve The Magnificent Ambersons burada ilk çalışmaları olup Agnes Moorehead, Joseph Catton gibi oyunculara yıldızlık kapılarını açmıştır. Citizen Kane’i çevirdiği zaman Welles henüz 25-26 yaşında idi. Fakat bugünün seyircisi dahi filimin kudretini inkâr edemez Welles filmleri kendisine has bir teknik taşır - açık ve koyu renkler arasında zıtlıkların belirtilmesi, hızlı konuşmalar, gölgeli suratlar, yalnızlığı sembolize eden bir beyazlığın fon olarak kullanılışı gibi.

Welles 1939’da Joseph Conrad’ın Heart of Darkness kitabını filme çekmek ister ve stüdyolarla görüşür. Ancak, stüdyolar maliyeti yüksek olur diyerek Welles’i reddederler. Welles bu reddediliş sonrası, Citizen Kane (1941) filmini çeker. Kadere bak, belki stüdyolar Welles’i reddetmeselerdi Citizen Kane olmayacaktı ve belki de Francis Ford Coppola Heart of Darkness’dan esinlenerek Apocalypse Now (1979) filmini çekmeyecekti.

27 Mart 2018 Salı

Bülbülü Öldürmek (To Kill A Mockingbird) – 1962

Bülbülü Öldürmek, Harper Lee tarafından yazılan bir romandır (2015 yılına kadar yazarın tek romanı budur) ve 1960 yılında yayımlanıp 1961 yılında da Pulitzer ödülü almıştır. Yazımına ise 1956’da başlanılmıştır. Aslında kitap, otobiyografisel birtakım yönler barındırır. Kitap küçük bir kız çocuğu olan Scout (Jean Louis Finch) tarafından anlatılmaktadır ve bu karakter Harper Lee’nin kendi çocukluğuyla benzer özellikler taşır. Elbette bunları yazarın kendisinden öğreniyoruz. İkisinin de küçük sakin bir kasabada geçen çocuklukları, kitapta Scout’un arkadaşı olan Dill’in yine gerçekte Lee’nin bir çocukluk arkadaşından esinlenilmiş olması gibi. Hikayemiz, 1929 Büyük Buhranından (Great Depression) sonra adı Maycomb olan küçük bir kasabada geçer. Scout’un abisi olan Jem, avukat babaları Atticus (anneleri vefat etmiştir) ve siyahi dadıları olan Calpurnia, komşuları Bayan Maudie ve Radley ailesi, kasabanın Şerifi Tate, iftiraya kurban giden siyahi Tom Robinson ve karısı Helen, iftirayı atan Bob ve kızı Mayella Ewell hikayedeki karakterlerdir.

28 Ocak 2018 Pazar

Por Una Cabeza

La casa de papel dizisinin 2. sezon 1. bölümünde Berlin ve Ariadna'nın soygunun gerçekleştiği darphanede bir odada Berlin'in zorlamasıyla dans ettikleri sahnede çalan şarkıdan bahsedeceğim. Dans sahnesi masanın üzerindeki radyodan gelen bir şarkıyla başlar. Bu şarkı bir tango şarkısı olup adı "por una cabeza"dır. Peki bu şarkıyı nereden hatırlarız? Al Pacino'nun  Albay Frank (Colonel Frank) rolüyle Oscar aldığı 1992 yapım Scent of a Woman (Kadın Kokusu) filminde Donna (Gabrielle Anwar) ile gerçekleştirdiği unutulmaz tango sahnesinden. Ayrıca, 1993 yapım Schindler's List (Schindler'in Listesi) filminin giriş sahnesinde Oskar Schindler'in (Liam Neeson) balo salonuna adımını atıp yerine geçerken çalan şarkı olmasından. Carlos Gardel - Por Una Cabeza için sahneler aşağıdadır.







28 Aralık 2016 Çarşamba

Erving Goffman - Sosyolojik Yaklaşımı, Toplum Görüşü, Temel Varsayımlar, Metodolojisi vb.


Kısa Hayat Hikâyesi ve Eserleri

Goffman (1922-1982) Kanada Manville’de doğdu. Toronto ve Chicago Üniversitelerinde okudu ve daha sonra Edinburgh Üniversitesi Sosyal Antropoloji Bölümünde çalışmaya başladı. Shetland Adalarındaki alan çalışmasından (1949-51) sonra “Gündelik Hayatta Benliğin Sunuluşu” başlıklı ilk temel yapıtını yayınladı. Ulusal Akıl Sağlığı Merkezindeki araştırmalarını “Barınaklar - Asylums” (1961) isimli kitabında sundu. 1962’de Kaliforniya Üniversitesi Sosyoloji Profesörlüğüne atandı. 1981 yılında Amerikan Sosyoloji Derneği Başkanlığı unvanını elde etti. Başlıca eserleri şunlardır (Slattery, 2012: 188):

Herbert Blumer - Sosyolojik Yaklaşımı, Toplum Görüşü, Temel Varsayımlar, Metodolojisi vb.

Kısa Hayat Hikâyesi ve Eserleri

Blumer (1900-1987) St. Louis, Missouri’de doğdu. Missouri Üniversitesinde öğrenim gördü. 1921 ve 1924 yıllarında lisans ve yüksek lisans derecelerini kazanmıştır (Kinloch, 2014: 248). 1928 yılında doktorasını Ellsworth Faris’in nezaretinde tamamlayan Blumer, 1927-52 yılları arasında Chicago Üniversitesi Sosyoloji Fakültesinde bulunmuştur. Bir öğrenci olarak G. Herbert Mead’in yanında öğrenimini sürdürmüştür. 1941-52 arası American Journal of Sociology yayımcılığı ve 1956’da American Sociological Association Başkanlığını yürütmüştür (Wallace ve Wolf, 2013: 288). Chicago Üniversitesi’nden sonra Berkeley’deki California Üniversitesi’nde çalışmıştır. Blumer’in entelektüel ilgileri arasında sosyal psikoloji, kolektif davranış ve kitle iletişimi yer almaktadır. O, sembolik etkileşim terimini geliştiren kişidir. En bilinen çalışması Symbolic Interactionism, Perspective and Method (Sembolik Etkileşimcilik, Perspektif ve Yöntem) – 1969 adlı kitabıdır (Kinloch, 2014: 249).