28 Aralık 2016 Çarşamba

Herbert Blumer - Sosyolojik Yaklaşımı, Toplum Görüşü, Temel Varsayımlar, Metodolojisi vb.

Kısa Hayat Hikâyesi ve Eserleri

Blumer (1900-1987) St. Louis, Missouri’de doğdu. Missouri Üniversitesinde öğrenim gördü. 1921 ve 1924 yıllarında lisans ve yüksek lisans derecelerini kazanmıştır (Kinloch, 2014: 248). 1928 yılında doktorasını Ellsworth Faris’in nezaretinde tamamlayan Blumer, 1927-52 yılları arasında Chicago Üniversitesi Sosyoloji Fakültesinde bulunmuştur. Bir öğrenci olarak G. Herbert Mead’in yanında öğrenimini sürdürmüştür. 1941-52 arası American Journal of Sociology yayımcılığı ve 1956’da American Sociological Association Başkanlığını yürütmüştür (Wallace ve Wolf, 2013: 288). Chicago Üniversitesi’nden sonra Berkeley’deki California Üniversitesi’nde çalışmıştır. Blumer’in entelektüel ilgileri arasında sosyal psikoloji, kolektif davranış ve kitle iletişimi yer almaktadır. O, sembolik etkileşim terimini geliştiren kişidir. En bilinen çalışması Symbolic Interactionism, Perspective and Method (Sembolik Etkileşimcilik, Perspektif ve Yöntem) – 1969 adlı kitabıdır (Kinloch, 2014: 249).

Temel Sosyolojik Yaklaşımı

Sembolik etkileşimcilik, insan eylemleriyle bağlantılı olan anlamlara odaklanır ve onları inceler (Richter, 2012: 169). Bu bakış açısına göre sosyoloji “bireysel ve kolektif olarak insanların insan toplumunda hareket etmesini sağlayan araç olarak sembolik ve karşılıklı yorumlama” süreciyle ilişkilidir. Bu tür bir paradigma, toplumu, davranışları yöneten yorumlama süreçleri sistemi şeklinde kavramlaştırmaktadır (Kinloch, 2014: 249). Anlamlar ve semboller, insanların, insana özgü olan eylem ve etkileşimi sürdürmelerine imkân tanır (Ritzer, 2012: 227).

Kökenleri psikoloji temelinde yatan sembolik etkileşimcilik bir Amerikan sosyoloji ekolü olup, insan davranışının öznel ve yorumlayıcı yanlarını ortaya çıkaran bir çözümlemeye sahiptir. Esasen, insan davranışındaki öznel ve yorumlayıcı boyutlar, bireyin nesnel yapı veya durum tarafından belirlenen bir ürün olarak görüldüğü sosyolojik çözümlemelerde ihmal edilmiştir. Sembolik ekileşimcilik bireyi, daha özgür bir bakış açısı içinde ele alarak onun doğrudan toplumsal bir uyarana tepki veren bir varlık olmadığını belirtir. Nesnel dünyanın gerçekliğini ve onun insanoğlunun gelişimindeki etkisinin kabul eden George Herbert Mead, bu nesnel dünya içinde yer alan bireyin öznel yorumlamasına da yer vermiştir. Blumer’in çalışmaları Mead’in yoğun etkisi altındadır (Poloma, 2012: 231-33).

Blumer, yorumlama kavramı ile sembolik etkileşimciliğe önemli bir katkı sağlamıştır. O, bireyi otomatik bir şekilde uyarana tepki veren bir varlık olarak görmediğinden, uyarı-tepki biçiminde bir yaklaşıma karşı çıkmıştır. Bireyler hem birbirlerinin davranış ve hareketlerine hem de nesnelere, kendi açılarına göre bir anlam ve önem yüklemektedir. Dolayısıyla uyarı-tepki süreci, Blumer’e göre uyarı-yorumlama-tepki şeklinde gerçekleşmektedir. Bu bakımdan, simgesel etkileşimde bir kişinin diğer bir kişinin eylemine tepki vermesinde o eyleme dair bir yorumlamanın varlığı söz konusudur. Başka bir ifadeyle, başka birinin hareketine yorumlamadan yanıt verilmesi durumunda sembolik olmayan bir etkileşim gerçekleşmiş olacaktır.

Blumer, yorumlamaya yer vermediği ve bu nedenle bireyi çevreden gelen uyarıcıya tepki vermeye indirgediği için davranışçılığa karşı çıkmaktadır. İnsanlar birbirlerinin hareketlerine sadece otomatik olarak tepki göstermek yerine, bu hareketleri yorumlamakta veya tanımlamakta ve bu yorumlamayı da simgelere (sembollere) dayanarak yapmaktadırlar. Bu bakımdan, uyarıcı-yorumlama-tepki süreci bir “anlamlı etkileşim süreci” olarak görülmektedir (Wallace ve Wolf, 2013: 289-90). 

Temel Varsayımları

Blumer’e göre sembolik etkileşimcilik üç önermeye dayanır ve bu önermeler insan eylemindeki anlamın önemine, anlamın kaynağına ve yorumlamada anlamın rolüne işaret etmektedir (Wallace ve Wolf, 2013: 291).

1. İnsanlar şeylere, şeylerin onlar için ifade ettiği anlamlara göre davranır.

2. Şeylerin anlamı insanın diğer insanlarla toplumsal etkileşimi sonucu ortaya çıkar.

3. Şeylerin anlamları, bunlarla karşılaşan kişi tarafından yapılan yorum sürecinden geçmekte ve değiştirilmektedir.

 

Birinci önerme, bir nesnenin birey için anlam ifade etmesinin onun diğerlerinden ayrı tutularak gerçekleşebileceğini belirtmektedir. Herhangi bir nesnede birey için bir önem taşıma adına bir özellik bulunmamaktadır. Ancak birey o nesneyi farkında olarak, diğerlerinden ayırdığında başka bir anlatımla onu belirginleştirdiğinde artık o nesne birey için anlam ifade eder hale gelir.

Örneğin bir yılan, bazı insanlar için korkunç ve tehlikeli bir hayvanken doğa bilimciler için doğadaki dengenin devam etmesinde önemli halkalardan biri olarak görülmektedir. Bu nedenle bir kişinin bahçesinde gördüğü bir yılanı öldürmek istemesi veya onun doğal hayattaki dengenin sağlanmasındaki etkisi nedeniyle ona zarar vermeyerek onu izlemesi, kişinin o nesneye atfettiği anlama bağlıdır. Bu anlamlar, başkalarıyla girilen etkileşimden çıkarılır (Poloma, 2012: 235).

Nesne ve şeyler sembol iseler, diğer bir ifadeyle bir anlama sahipseler sosyoloji için bir şey ifade ederler. Bu anlamlar nesnelerin kendinde bulunmaz, bir eylem esnasında ortaya çıkar. Bu bakımdan anlam, şeylerin kendisinde bulunan bir şey veya kişilerin oluşturduğu birer yapı değil, etkileşim sürecinde oluşan durumlardır. Buna örnek olarak, bireyin yazılarını bir masa üzerinde yazması neticesi o masanın “yazı masası” olması gösterilebilir. Dolayısıyla bize anlamlı gelen her şey etkileşim sürecinde ortaya çıktığı için anlamlıdır (Richter, 2012: 173). Bütün nesneler benzer biçimde direkt olarak değil de, onlara yüklenen anlamlarla karşılanır. Bu anlamlar diğerleriyle etkileşimden elde edilmiştir (Poloma, 2012: 235). Anlam, toplumsal bir üründür bu nedenle şeylerin doğasında mevcut olmayıp sonradan oluşturulur (Wallace ve Wolf, 2013: 293).

Bu bağlamda, ikinci önermeyle nesnenin birey için anlamının bireyin diğer bireylerle etkileşimi sonucunda oluşacağı ifade edilmektedir. Başkalarının bir nesneye davranma biçimi ve o nesnenin onlardaki anlamı, bireyin söz konusu nesneye yükleyeceği anlamı ifade eder. Çünkü bireyin belli bir nesneye ne anlam yükleyeceği, başkalarının o nesneye verdikleri anlama dayalı olarak bireye davranış şekilleri sonucu belirlenir. Tüm bunlar toplumsallaşma süreci içinde gerçekleşir ve bu süreçte bireyler nesnelerin anlamlarını öğrenir.

İkinci önermeye örnek olarak, bir beysbol sopasının, bir Amerikalı için anlamı ile aynı sopanın hiç beysbol oyunu görmeyen bir Afrika kabile üyesi için anlamının karşılaştırılması verilebilir. Afrika kabilesi için bu sopa biz müzik enstrümanında ses çıkarmak için kullanılacak bir alet iken, Amerikalı için bir spor dalına ait bir nesnedir. Bireyler, kendi kültürlerinin başkaları ile etkileşimi yoluyla, aletlerin farklı şekilde kullanılışını öğrenirler. Dolayısıyla bu durumda sopanın anlamı toplum içinde insanlar arası etkileşimden doğar (Wallace ve Wolf, 2013: 293).

Son önermeyle ilgili olarak, örneğin ebeveynler bahçedeki yılandan korkmayan çocuklarının bu davranışını teşvik edici biçimde davranırsa çocuk bu davranışını sürdürür. Anne, baba ve arkadaşları çocuğun davranışını onaylamazlar ise çocuk yalnız davranışını değil nesneye yüklediği anlamı da değiştirebilecektir (Poloma, 2012: 235).

Üçüncü önermeyle etkileşim sürecinde ortaya çıkan anlamların sabit kalmayıp değişkenlik gösterebileceği ifade edilmektedir. Anlamlar bireyler tarafından oluşturulmakla birlikte, onlar tarafından değiştirilir. Bu bakımdan, içinde bulunulan durum, şartlar ve eyleme göre birey tarafından anlam gözden geçirilerek değiştirilebilir. Birey, diğerlerinin ifade veya eylemlerini yorumladıktan sonra kendi eylemini gerçekleştireceğinden bu süreç içinde nesnelere atfettiği anlamlar değişebilir.

Blumer, birey davranışını büyük-ölçekli dış güçler tarafından belirlenmiş olarak gören sosyolojik kuramlara özellikle yapısal işlevselciliğe karşı çıkmaktadır (Ritzer, 2012: 213). O, toplumda yapının varlığını reddetmez ancak insan davranışının bu yapılar tarafından belirlendiğine dair görüşü reddeder. İnsan eyleminin, bireyin kısaca plan ve niyetlerini gözden geçirmesinin ardından gerçekleştiğini bu nedenle çoğu zaman insanın ne ile karşılaştığını kendi kendine belirlemesinden sonra eyleme geçtiğini belirtmektedir. Kültürel yapı ve toplumsal yapı birey için sınırlayıcıdır (Wallace ve Wolf, 2013: 297-99). Bu bakımdan, Blumer’in kişilerin yapısal işlevselcilerin belirttiği gibi dış güçler veya psikolojik indirgemecilerin önerdiği gibi iç güçler nedeniyle eyleme geçmediklerini ileri sürdüğünü görmekteyiz (Poloma, 2012: 236).

Kendisini çevreleyen ve eylemlerine yön veren bir yapının ürünü olmayan birey, etrafındaki nesnelere anlam verir ve o anlamlara göre eylemlerini gerçekleştirmektedir. Farklı nesnelere verilen anlam, bu anlamların diğer bireylerle etkileşim sonucu değişmesi, geçmiş tecrübeler ve o anki duruma göre yapılan yorumlamalar neticesinde birey eylemine karar vermektedir. Dolayısıyla birey nesneyi, diğer insanların davranışlarını ve ifadelerini değerlendirir, anlam atfeder ve bu anlam üzerinden tepkisini, eylemini veya ifadesini gerçekleştirir. Tüm bunlar bir süreç içerisinde gerçekleşir. Bu nedenle, bireyin davranışının ait olduğu toplum ve kültür tarafından belirlendiği, bireyin edilgen bir konumda ifade edildiği anlayış Blumer’in yaklaşımına ters düşmektedir.

Toplum Görüşü

Blumer’e göre bireyin eylemi yorum ve anlamlarla çevrelenmiş olmakla birlikte bu eylemlerin diğerlerinin eylemleriyle bir araya gelmesi sonucunda toplumsal yapı oluşur. Birlikte eyleme katılan insanlar toplumsal yapıyı oluştururlar. Kilise, aile, firma gibi kurumlar birlikte eylemde bulunanlarca oluşturulmuştur. Bu kurumlar durağan değildir, örneğin bir ailede çocuğun üç yaşındaki zamanıyla on beş yaşındaki zamanı arasında anne ve babanın evlilik ilişkisi farklılık göstermektedir. Bu bakımdan, anne babalık rollerinin basit tanımları yoktur, bunlar aile içinde sembolik etkileşimlere göre sürekli bir akış içinde aile yapısına göre gelişmektedir. Bununla birlikte Blumer, grup yaşamını oluşturan ve ayakta tutan şeyin kurallar olmadığını, grup yaşamındaki toplumsal sürecin kuralları oluşturarak grubu ayakta tuttuğunu belirtir. Yani normlar bireylerin davranışlarını belirlemez, bireyler normları ve kuralları destekleyici bir uyumla davranırlar. Bu bakış açısına göre, toplumsal yapı etkileşimde bulunan kişilerin bir sonucudur (Poloma, 2012: 238).

Blumer’in bakış açısına göre toplum, makro yapılardan oluşmaz. “İnsan toplumu, eylemde bulunan insanlardan meydana gelmiş olarak ve toplumun yaşamı onların eylemlerinden meydana gelmiş olarak görülür” (Blumer, 1962/1969: 85’den aktaran Ritzer, 2012: 241). Toplum, belli nesneler tarafından yönlendirilen ve belli grup bağlamları tarafından tanımlanan yorumlayıcı bir etkileşim süreci yoluyla meydana gelen canlı eylemlerden oluşmaktadır. Bu bakış açısı uyarınca toplum, bireyde yer alan sembolik, etkileşimsel, yorumlayıcı bir süreç olup durağan ve dışsal bir sistem değildir (Kinloch, 2014: 250).

Bu bağlamda, yapısal işlevselci ve çatışmacı yaklaşımlardan farklı olan bir toplum anlayışı; toplumun etkileşim halinde olan insanlardan oluştuğuna dair ifadeler görülmektedir. Toplum, bireyler üzerinde etkili, onların davranışlarını şekillendiren ve onlara nerede ve nasıl hareket etmelerinde yol gösteren bir kuvvet olarak değil de, insanların eylemlerini gerçekleştirdiği bir çerçeve olarak görülmelidir. Bu anlayışa göre insan iradi bir varlıktır ve toplumun özerk yapısınca kalıplaştırılmamaktadır. Eylemde bulunan insanlardan meydana gelen toplum, bireyler arası sembolik etkileşimin sonucudur.

Metodoloji

Blumer, çağdaş sosyolojide kullanılan gelişmiş istatiksel tekniklerin metodolojinin bir yönünü ifade ettiğini belirterek istatiksel tekniklerle çağdaş sosyolojideki metodolojinin özdeşleştirilmesine karşı çıkmaktadır. O, grupla yakınlığı bulunmayan ve gruptan ayrı olan biri tarafından davranış bilgisinin elde edilemeyeceğini bu nedenle incelenen gruba katılım ve ilk elden gözlem yolunun davranış bilgisini elde etmek için gerekli olduğunu belirtir. Bu bakımdan Blumer, sembolik etkileşimciliğin metodolojisinin toplumsal fenomenin doğrudan incelenmesi olması gerektiğinin önermektedir (Poloma, 2012: 242). Blumer sembolik etkileşimciliğin, işlevselcilikten farklı olarak bir varsayımlar takımı ile başlayan tümdengelimli bir kuram olmadığını göstermektedir (Wallace ve Wolf, 2013: 304). Dolayısıyla sembolik etkileşimcilikte yöntem, durağan ve tümdengelimin aksine dinamik ve tümevarımcıdır (Kinloch, 2014: 250).

Blumer toplumsal fenomenin doğrudan incelenmesini sağlayacak iki araştırma biçimi önerir: açımlama/araştırma (exploration) ve inceleme/sorgulama (inspection). Açımlama, araştırmacıya problemi nasıl ortaya koyacağını anlama, uygun verilerin neler olduğunu öğrenme, anlamlı ilişkilerin neler olduğuna dair düşünce geliştirme ve birinin yaşam alanına ilişkin öğrendikleri bağlamında kavramsal araçlar geliştirme olanakları sağlayan esnek bir yöntemdir. Bu yöntemin asıl amacı, gözlemleri sınama ve gözden geçirme gereğinin farkında olmak kaydıyla, araştırma konusunu oluşturan alanda olup bitenin net bir görüntüsünü elde etmektir (Poloma, 2012: 242-43). Burada kullanılan çeşitli teknikler; doğrudan gözlem, insanlarla görüşme (mülakat), konuşmaları, radyo ve televizyon programlarını dinlemek, yerel gazete ve dergileri okumak, hayat hikâyelerini toplamak, mektup ve günlükleri okumak, kamu kayıtlarına başvurmaktır. Bu safha, Blumer’in tahmin ettiği gibi incelenen alanla ilgili etraflı ve doğru görünüş verecek olursa araştırmacı bundan sonraki işlem olan inceleme/sorgulama için hazırdır. Artık tanımlama evresinden çözümleme evresine geçilmiştir ve birinci safhada elde edilen kavramlar ampirik göstergeler ışığında incelenir (Wallace ve Wolf, 2013: 306, Poloma, 2012: 242).  

Bu çerçevede, Blumer’in yöntem olarak nicel teknikler yerine katılımcı gözlemi tercih ettiğini görmekteyiz. Onun insan ve toplum anlayışı anlama sürecini ele almayı gerektirmektedir. Bu açıdan, insanların şeylere atfettiği anlamları kavrayabilmek için o anlamlar üzerinden gerçekleşen eylemlerin içinde oldukları çevrede bulunmak gerekir. Böyle bir süreç, toplumsal dünyayla iç içe olmak demektir. Nesneler dünyasını tanımlama sürecinin anlaşılabilmesi için bireyin kendi içinden bir perspektife gerek duyulmaktadır. Yaşam öykülerinin incelenmesi, otobiyografiler, günlükler, mektuplar, örnek olay incelemesi ve katılımcı gözlem yolları kullanılarak veri elde edilmektedir. Eylemlerin meydana geldiği çevrede bulunmak ve o çevreyi tanımak, eylemin meydana gelmeden önce bireyin ne gibi değerlendirme, anlam verme ve yorumlamada bulunduğunu anlamak bakımından önemlidir.

Kaynaklar

Poloma, M. M. (2012). Çağdaş Sosyoloji Kuramları. (Çev. Hayriye Erbaş). (Beşinci Baskı). Ankara: Palme Yayıncılık. (Eserin orijinali 1982’de yayımlandı)

Wallace, R. A. ve Wolf, A. (2013). Çağdaş Sosyoloji Kuramları: Klasik Geleneğin Genişletilmesi. (Çev. Leyle Elburuz, M. Rami Ayas). (Beşinci Baskı). Ankara: Doğubatı Yayınları

Richter, R. (2012). Sosyolojik Paradigmalar. (Çev. Necmeddin Doğan). (Birinci Baskı). Ankara: Küre Yayınları. (Eserin orijinali 2001’de yayımlandı)

Kinloch, G. C. (2014). Sosyolojik Teori: Gelişmesi ve Belli Başlı Paradigmalar. (Çev. Tülin Günşen İçli ve Dursun Ayan). (Birinci Baskı). Ankara: Birleşik Kitabevi

Ritzer, G. (2012). Modern Sosyoloji Kuramları. (Çev. Himmet Hülür). Ankara: De Ki Basım Yayın. (Eserin orijinali 2000’de yayımlandı)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder