Kısa
Hayat Hikâyesi ve Eserleri
Blumer (1900-1987) St. Louis, Missouri’de doğdu. Missouri Üniversitesinde öğrenim gördü. 1921 ve 1924 yıllarında lisans ve yüksek lisans derecelerini kazanmıştır (Kinloch, 2014: 248). 1928 yılında doktorasını Ellsworth Faris’in nezaretinde tamamlayan Blumer, 1927-52 yılları arasında Chicago Üniversitesi Sosyoloji Fakültesinde bulunmuştur. Bir öğrenci olarak G. Herbert Mead’in yanında öğrenimini sürdürmüştür. 1941-52 arası American Journal of Sociology yayımcılığı ve 1956’da American Sociological Association Başkanlığını yürütmüştür (Wallace ve Wolf, 2013: 288). Chicago Üniversitesi’nden sonra Berkeley’deki California Üniversitesi’nde çalışmıştır. Blumer’in entelektüel ilgileri arasında sosyal psikoloji, kolektif davranış ve kitle iletişimi yer almaktadır. O, sembolik etkileşim terimini geliştiren kişidir. En bilinen çalışması Symbolic Interactionism, Perspective and Method (Sembolik Etkileşimcilik, Perspektif ve Yöntem) – 1969 adlı kitabıdır (Kinloch, 2014: 249).
Temel
Sosyolojik Yaklaşımı
Sembolik etkileşimcilik, insan
eylemleriyle bağlantılı olan anlamlara odaklanır ve onları inceler (Richter,
2012: 169). Bu bakış açısına göre sosyoloji “bireysel ve kolektif olarak insanların
insan toplumunda hareket etmesini sağlayan araç olarak sembolik ve karşılıklı
yorumlama” süreciyle ilişkilidir. Bu tür bir paradigma, toplumu, davranışları
yöneten yorumlama süreçleri sistemi şeklinde kavramlaştırmaktadır (Kinloch,
2014: 249). Anlamlar ve semboller, insanların, insana özgü olan eylem ve
etkileşimi sürdürmelerine imkân tanır (Ritzer, 2012: 227).
Kökenleri psikoloji temelinde yatan
sembolik etkileşimcilik bir Amerikan sosyoloji ekolü olup, insan davranışının
öznel ve yorumlayıcı yanlarını ortaya çıkaran bir çözümlemeye sahiptir. Esasen,
insan davranışındaki öznel ve yorumlayıcı boyutlar, bireyin nesnel yapı veya
durum tarafından belirlenen bir ürün olarak görüldüğü sosyolojik çözümlemelerde
ihmal edilmiştir. Sembolik ekileşimcilik bireyi, daha özgür bir bakış açısı
içinde ele alarak onun doğrudan toplumsal bir uyarana tepki veren bir varlık
olmadığını belirtir. Nesnel dünyanın gerçekliğini ve onun insanoğlunun
gelişimindeki etkisinin kabul eden George Herbert Mead, bu nesnel dünya içinde yer
alan bireyin öznel yorumlamasına da yer vermiştir. Blumer’in çalışmaları
Mead’in yoğun etkisi altındadır (Poloma, 2012: 231-33).
Blumer, yorumlama kavramı ile sembolik etkileşimciliğe önemli bir katkı
sağlamıştır. O, bireyi otomatik bir şekilde uyarana tepki veren bir varlık
olarak görmediğinden, uyarı-tepki biçiminde bir yaklaşıma karşı çıkmıştır. Bireyler
hem birbirlerinin davranış ve hareketlerine hem de nesnelere, kendi açılarına
göre bir anlam ve önem yüklemektedir. Dolayısıyla uyarı-tepki süreci, Blumer’e
göre uyarı-yorumlama-tepki şeklinde gerçekleşmektedir. Bu bakımdan, simgesel
etkileşimde bir kişinin diğer bir kişinin eylemine tepki vermesinde o eyleme
dair bir yorumlamanın varlığı söz konusudur. Başka bir ifadeyle, başka birinin
hareketine yorumlamadan yanıt verilmesi durumunda sembolik olmayan bir
etkileşim gerçekleşmiş olacaktır.
Blumer, yorumlamaya yer vermediği ve bu
nedenle bireyi çevreden gelen uyarıcıya tepki vermeye indirgediği için
davranışçılığa karşı çıkmaktadır. İnsanlar birbirlerinin hareketlerine sadece
otomatik olarak tepki göstermek yerine, bu hareketleri yorumlamakta veya
tanımlamakta ve bu yorumlamayı da simgelere (sembollere) dayanarak
yapmaktadırlar. Bu bakımdan, uyarıcı-yorumlama-tepki süreci bir “anlamlı
etkileşim süreci” olarak görülmektedir (Wallace ve Wolf, 2013: 289-90).
Temel
Varsayımları
Blumer’e göre sembolik etkileşimcilik üç
önermeye dayanır ve bu önermeler insan eylemindeki anlamın önemine, anlamın
kaynağına ve yorumlamada anlamın rolüne işaret etmektedir (Wallace ve Wolf,
2013: 291).
1.
İnsanlar şeylere, şeylerin onlar için ifade ettiği anlamlara göre davranır.
2.
Şeylerin anlamı insanın diğer insanlarla toplumsal etkileşimi sonucu ortaya
çıkar.
3.
Şeylerin anlamları, bunlarla karşılaşan kişi tarafından yapılan yorum
sürecinden geçmekte ve değiştirilmektedir.
Birinci önerme, bir nesnenin birey için
anlam ifade etmesinin onun diğerlerinden ayrı tutularak gerçekleşebileceğini
belirtmektedir. Herhangi bir nesnede birey için bir önem taşıma adına bir
özellik bulunmamaktadır. Ancak birey o nesneyi farkında olarak, diğerlerinden
ayırdığında başka bir anlatımla onu belirginleştirdiğinde artık o nesne birey
için anlam ifade eder hale gelir.
Örneğin bir yılan, bazı insanlar için
korkunç ve tehlikeli bir hayvanken doğa bilimciler için doğadaki dengenin devam
etmesinde önemli halkalardan biri olarak görülmektedir. Bu nedenle bir kişinin
bahçesinde gördüğü bir yılanı öldürmek istemesi veya onun doğal hayattaki
dengenin sağlanmasındaki etkisi nedeniyle ona zarar vermeyerek onu izlemesi,
kişinin o nesneye atfettiği anlama bağlıdır. Bu anlamlar, başkalarıyla girilen
etkileşimden çıkarılır (Poloma, 2012: 235).
Nesne ve şeyler sembol iseler, diğer bir
ifadeyle bir anlama sahipseler sosyoloji için bir şey ifade ederler. Bu
anlamlar nesnelerin kendinde bulunmaz, bir eylem esnasında ortaya çıkar. Bu
bakımdan anlam, şeylerin kendisinde bulunan bir şey veya kişilerin oluşturduğu
birer yapı değil, etkileşim sürecinde oluşan durumlardır. Buna örnek olarak,
bireyin yazılarını bir masa üzerinde yazması neticesi o masanın “yazı masası”
olması gösterilebilir. Dolayısıyla bize anlamlı gelen her şey etkileşim
sürecinde ortaya çıktığı için anlamlıdır (Richter, 2012: 173). Bütün nesneler
benzer biçimde direkt olarak değil de, onlara yüklenen anlamlarla karşılanır.
Bu anlamlar diğerleriyle etkileşimden elde edilmiştir (Poloma, 2012: 235).
Anlam, toplumsal bir üründür bu nedenle şeylerin doğasında mevcut olmayıp
sonradan oluşturulur (Wallace ve Wolf, 2013: 293).
Bu bağlamda, ikinci önermeyle nesnenin
birey için anlamının bireyin diğer bireylerle etkileşimi sonucunda oluşacağı
ifade edilmektedir. Başkalarının bir nesneye davranma biçimi ve o nesnenin
onlardaki anlamı, bireyin söz konusu nesneye yükleyeceği anlamı ifade eder.
Çünkü bireyin belli bir nesneye ne anlam yükleyeceği, başkalarının o nesneye
verdikleri anlama dayalı olarak bireye davranış şekilleri sonucu belirlenir. Tüm
bunlar toplumsallaşma süreci içinde gerçekleşir ve bu süreçte bireyler
nesnelerin anlamlarını öğrenir.
İkinci önermeye örnek olarak, bir
beysbol sopasının, bir Amerikalı için anlamı ile aynı sopanın hiç beysbol oyunu
görmeyen bir Afrika kabile üyesi için anlamının karşılaştırılması verilebilir.
Afrika kabilesi için bu sopa biz müzik enstrümanında ses çıkarmak için
kullanılacak bir alet iken, Amerikalı için bir spor dalına ait bir nesnedir.
Bireyler, kendi kültürlerinin başkaları ile etkileşimi yoluyla, aletlerin
farklı şekilde kullanılışını öğrenirler. Dolayısıyla bu durumda sopanın anlamı
toplum içinde insanlar arası etkileşimden doğar (Wallace ve Wolf, 2013: 293).
Son önermeyle ilgili olarak, örneğin ebeveynler
bahçedeki yılandan korkmayan çocuklarının bu davranışını teşvik edici biçimde
davranırsa çocuk bu davranışını sürdürür. Anne, baba ve arkadaşları çocuğun
davranışını onaylamazlar ise çocuk yalnız davranışını değil nesneye yüklediği
anlamı da değiştirebilecektir (Poloma, 2012: 235).
Üçüncü önermeyle etkileşim sürecinde ortaya çıkan
anlamların sabit kalmayıp değişkenlik gösterebileceği ifade edilmektedir.
Anlamlar bireyler tarafından oluşturulmakla birlikte, onlar tarafından
değiştirilir. Bu bakımdan, içinde bulunulan durum, şartlar ve eyleme göre birey
tarafından anlam gözden geçirilerek değiştirilebilir. Birey, diğerlerinin ifade
veya eylemlerini yorumladıktan sonra kendi eylemini gerçekleştireceğinden bu
süreç içinde nesnelere atfettiği anlamlar değişebilir.
Blumer, birey davranışını büyük-ölçekli
dış güçler tarafından belirlenmiş olarak gören sosyolojik kuramlara özellikle
yapısal işlevselciliğe karşı çıkmaktadır (Ritzer, 2012: 213). O, toplumda
yapının varlığını reddetmez ancak insan davranışının bu yapılar tarafından
belirlendiğine dair görüşü reddeder. İnsan eyleminin, bireyin kısaca plan ve
niyetlerini gözden geçirmesinin ardından gerçekleştiğini bu nedenle çoğu zaman
insanın ne ile karşılaştığını kendi kendine belirlemesinden sonra eyleme
geçtiğini belirtmektedir. Kültürel yapı ve toplumsal yapı birey için
sınırlayıcıdır (Wallace ve Wolf, 2013: 297-99). Bu bakımdan, Blumer’in
kişilerin yapısal işlevselcilerin belirttiği gibi dış güçler veya psikolojik
indirgemecilerin önerdiği gibi iç güçler nedeniyle eyleme geçmediklerini ileri
sürdüğünü görmekteyiz (Poloma, 2012: 236).
Kendisini çevreleyen ve eylemlerine yön
veren bir yapının ürünü olmayan birey, etrafındaki nesnelere anlam verir ve o
anlamlara göre eylemlerini gerçekleştirmektedir. Farklı nesnelere verilen
anlam, bu anlamların diğer bireylerle etkileşim sonucu değişmesi, geçmiş
tecrübeler ve o anki duruma göre yapılan yorumlamalar neticesinde birey
eylemine karar vermektedir. Dolayısıyla birey nesneyi, diğer insanların
davranışlarını ve ifadelerini değerlendirir, anlam atfeder ve bu anlam
üzerinden tepkisini, eylemini veya ifadesini gerçekleştirir. Tüm bunlar bir
süreç içerisinde gerçekleşir. Bu nedenle, bireyin davranışının ait olduğu
toplum ve kültür tarafından belirlendiği, bireyin edilgen bir konumda ifade
edildiği anlayış Blumer’in yaklaşımına ters düşmektedir.
Toplum
Görüşü
Blumer’e göre bireyin eylemi yorum ve
anlamlarla çevrelenmiş olmakla birlikte bu eylemlerin diğerlerinin eylemleriyle
bir araya gelmesi sonucunda toplumsal
yapı oluşur. Birlikte eyleme katılan
insanlar toplumsal yapıyı oluştururlar. Kilise, aile, firma gibi kurumlar
birlikte eylemde bulunanlarca oluşturulmuştur. Bu kurumlar durağan değildir,
örneğin bir ailede çocuğun üç yaşındaki zamanıyla on beş yaşındaki zamanı
arasında anne ve babanın evlilik ilişkisi farklılık göstermektedir. Bu
bakımdan, anne babalık rollerinin basit tanımları yoktur, bunlar aile içinde
sembolik etkileşimlere göre sürekli bir akış içinde aile yapısına göre
gelişmektedir. Bununla birlikte Blumer, grup yaşamını oluşturan ve ayakta tutan
şeyin kurallar olmadığını, grup yaşamındaki toplumsal sürecin kuralları
oluşturarak grubu ayakta tuttuğunu belirtir. Yani normlar bireylerin
davranışlarını belirlemez, bireyler normları ve kuralları destekleyici bir
uyumla davranırlar. Bu bakış açısına göre, toplumsal yapı etkileşimde bulunan
kişilerin bir sonucudur (Poloma, 2012: 238).
Blumer’in bakış açısına göre toplum,
makro yapılardan oluşmaz. “İnsan toplumu, eylemde bulunan insanlardan meydana
gelmiş olarak ve toplumun yaşamı onların eylemlerinden meydana gelmiş olarak
görülür” (Blumer, 1962/1969: 85’den aktaran Ritzer, 2012: 241). Toplum, belli
nesneler tarafından yönlendirilen ve belli grup bağlamları tarafından
tanımlanan yorumlayıcı bir etkileşim süreci yoluyla meydana gelen canlı
eylemlerden oluşmaktadır. Bu bakış açısı uyarınca toplum, bireyde yer alan
sembolik, etkileşimsel, yorumlayıcı bir süreç olup durağan ve dışsal bir sistem
değildir (Kinloch, 2014: 250).
Bu bağlamda, yapısal işlevselci ve
çatışmacı yaklaşımlardan farklı olan bir toplum anlayışı; toplumun etkileşim
halinde olan insanlardan oluştuğuna dair ifadeler görülmektedir. Toplum,
bireyler üzerinde etkili, onların davranışlarını şekillendiren ve onlara nerede
ve nasıl hareket etmelerinde yol gösteren bir kuvvet olarak değil de,
insanların eylemlerini gerçekleştirdiği bir çerçeve olarak görülmelidir. Bu
anlayışa göre insan iradi bir varlıktır ve toplumun özerk yapısınca
kalıplaştırılmamaktadır. Eylemde bulunan insanlardan meydana gelen toplum, bireyler
arası sembolik etkileşimin sonucudur.
Metodoloji
Blumer, çağdaş sosyolojide kullanılan gelişmiş
istatiksel tekniklerin metodolojinin bir yönünü ifade ettiğini belirterek
istatiksel tekniklerle çağdaş sosyolojideki metodolojinin özdeşleştirilmesine
karşı çıkmaktadır. O, grupla yakınlığı bulunmayan ve gruptan ayrı olan biri
tarafından davranış bilgisinin elde edilemeyeceğini bu nedenle incelenen gruba
katılım ve ilk elden gözlem yolunun davranış bilgisini elde etmek için gerekli
olduğunu belirtir. Bu bakımdan Blumer, sembolik etkileşimciliğin
metodolojisinin toplumsal fenomenin doğrudan incelenmesi olması gerektiğinin
önermektedir (Poloma, 2012: 242). Blumer sembolik etkileşimciliğin,
işlevselcilikten farklı olarak bir varsayımlar takımı ile başlayan
tümdengelimli bir kuram olmadığını göstermektedir (Wallace ve Wolf, 2013: 304).
Dolayısıyla sembolik etkileşimcilikte yöntem, durağan ve tümdengelimin aksine
dinamik ve tümevarımcıdır (Kinloch, 2014: 250).
Blumer toplumsal fenomenin doğrudan incelenmesini
sağlayacak iki araştırma biçimi önerir: açımlama/araştırma (exploration) ve
inceleme/sorgulama (inspection). Açımlama, araştırmacıya problemi nasıl ortaya
koyacağını anlama, uygun verilerin neler olduğunu öğrenme, anlamlı ilişkilerin
neler olduğuna dair düşünce geliştirme ve birinin yaşam alanına ilişkin
öğrendikleri bağlamında kavramsal araçlar geliştirme olanakları sağlayan esnek
bir yöntemdir. Bu yöntemin asıl amacı, gözlemleri sınama ve gözden geçirme
gereğinin farkında olmak kaydıyla, araştırma konusunu oluşturan alanda olup
bitenin net bir görüntüsünü elde etmektir (Poloma, 2012: 242-43). Burada
kullanılan çeşitli teknikler; doğrudan gözlem, insanlarla görüşme (mülakat),
konuşmaları, radyo ve televizyon programlarını dinlemek, yerel gazete ve dergileri
okumak, hayat hikâyelerini toplamak, mektup ve günlükleri okumak, kamu
kayıtlarına başvurmaktır. Bu safha, Blumer’in tahmin ettiği gibi incelenen
alanla ilgili etraflı ve doğru görünüş verecek olursa araştırmacı bundan
sonraki işlem olan inceleme/sorgulama için hazırdır. Artık tanımlama evresinden
çözümleme evresine geçilmiştir ve birinci safhada elde edilen kavramlar ampirik
göstergeler ışığında incelenir (Wallace ve Wolf, 2013: 306, Poloma, 2012:
242).
Bu çerçevede, Blumer’in yöntem olarak nicel teknikler
yerine katılımcı gözlemi tercih ettiğini görmekteyiz. Onun insan ve toplum
anlayışı anlama sürecini ele almayı gerektirmektedir. Bu açıdan, insanların
şeylere atfettiği anlamları kavrayabilmek için o anlamlar üzerinden gerçekleşen
eylemlerin içinde oldukları çevrede bulunmak gerekir. Böyle bir süreç,
toplumsal dünyayla iç içe olmak demektir. Nesneler dünyasını tanımlama
sürecinin anlaşılabilmesi için bireyin kendi içinden bir perspektife gerek
duyulmaktadır. Yaşam öykülerinin incelenmesi, otobiyografiler, günlükler,
mektuplar, örnek olay incelemesi ve katılımcı gözlem yolları kullanılarak veri
elde edilmektedir. Eylemlerin meydana geldiği çevrede bulunmak ve o çevreyi
tanımak, eylemin meydana gelmeden önce bireyin ne gibi değerlendirme, anlam
verme ve yorumlamada bulunduğunu anlamak bakımından önemlidir.
Kaynaklar
Poloma,
M. M. (2012). Çağdaş Sosyoloji Kuramları.
(Çev. Hayriye Erbaş). (Beşinci Baskı). Ankara: Palme Yayıncılık. (Eserin
orijinali 1982’de yayımlandı)
Wallace, R. A. ve Wolf, A. (2013). Çağdaş Sosyoloji Kuramları: Klasik Geleneğin Genişletilmesi. (Çev. Leyle Elburuz, M. Rami Ayas). (Beşinci Baskı). Ankara: Doğubatı Yayınları
Richter, R. (2012). Sosyolojik Paradigmalar. (Çev. Necmeddin Doğan). (Birinci Baskı). Ankara: Küre Yayınları. (Eserin orijinali 2001’de yayımlandı)
Kinloch, G. C. (2014). Sosyolojik Teori: Gelişmesi ve Belli Başlı Paradigmalar. (Çev. Tülin Günşen İçli ve Dursun Ayan). (Birinci Baskı). Ankara: Birleşik Kitabevi
Ritzer,
G. (2012). Modern Sosyoloji Kuramları.
(Çev. Himmet Hülür). Ankara: De Ki Basım Yayın. (Eserin orijinali 2000’de
yayımlandı)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder