28 Ocak 2015 Çarşamba

Fenomenoloji (Husserl & Schutz) - Sosyolojik Yaklaşım, Temel Varsayımlar, Toplum Görüşü, Metodoloji

Kökenleri

Leipzig ve Berlin Üniversitelerinde okuyan ve matematik eğitimi alan Alman filozof Edmund Husserl (1859-1938) fenomenoloji kavramını ilk kullanan kişidir. Yahudi kökenli olması nedeniyle Nazilerden çok çeken Husserl, 20. yüzyılın başındaki I. Dünya Savaşı ve faşizmin yükselişi gibi olaylardan etkilenmiş ve bu nedenle olayların temeline inme arzusu duymuştur. Temel çalışmaları şunlardır (Slattery, 2012: 230):

o  Mantık Araştırmaları (1901)

o  Saf Bir Fenomenoloji ve Fenomenolojik Felsefe İçin Düşünceler (1913)

o  Avrupa Bilimlerinin Krizi ve Transendental Fenomenoloji (1936)

Husserl fenomenolojiyi, insan duyuları ile doğrudan kavranabilecek her şeye ilgi olarak tanımlamıştır. Fenomenolojinin esas noktası olan bu vurgu, duyularımız yolu ile doğrudan deneyimleyebileceğimiz şeyler hakkında bundan daha fazla bir şey bilebileceğimizi reddeder. Bütün bilgimiz doğrudan duyulara dayanan olaylardan gelir (Wallace ve Wolf, 2013: 351).

Husserl’in görüşlerini geliştiren Alfred Schutz (1899-1959) Nazilerden kaçmak üzere Almanya’dan 1939 yılında ayrılan bir toplumsal felsefecidir. Husserl’in fenomenolojik felsefesini sosyolojiye tanıtan ve bu felsefeyi G. H. Mead’inki gibi diğer yorumcu düşünce okullarıyla birleştiren Schutz, 1960’larda ve 70’lerin sonlarında fenomenolojik sosyolojiyi Batı dünyasında temel bir yorumcu sosyoloji biçimi olarak geliştirdi. Fenomenolojik sosyoloji, pozitivizme, bilim olarak sosyoloji fikrine temel bir meydan okuma haline geldi. Schutz’un temel çalışmaları şunlardır: (Slattery, 2012: 231).

o  Toplu Yazılar (1971)

o  Sosyal Dünyanın Fenomenolojisi (1972)

o  Yaşantı Dünyasının Yapıları (1974) – T. Luckman ile birlikte

Temel Sosyolojik Yaklaşım

Pozitivist sosyoloji, toplumu tıpkı doğa dünyası gibi bireyin üzerinde ve dışında kendi kendine ait gerçekliğe sahip bir şey olarak görme ve bireyi davranışları büyük ölçüde dış güçler tarafından belirlenen kukla benzeri bir şey olarak resmetme eğilimindedir. Pozitivizm bu yüzden doğa bilimlerinin yöntemlerinin fizik dünya kadar sosyal dünyayı anlamak için de uygun olduğunu öne sürer. Fenomenologlar bu tür bir analizi tamamen reddederler. Onlara göre insan sosyal dünyasını inşa edebildiği gibi kontrol altına da alabilecek güce sahip rasyonel ve bağımsız bir varlıktır. İnsanın eylemleri dışarıdan belirlenmiş veya programlanmış değildir, aksine amaçlanmış ve güdülenmiştir  (Slattery, 2012: 236).

Toplumu insanın dışında ayrı bir varlığa sahip bir şey olarak kabul eden pozitivist yaklaşım, birtakım sosyal olayların bireyin psikolojik ve biyolojik yapısına indirgenerek açıklanamadığını görerek toplumu inceleyen bir bilime ihtiyaç duyulduğunu vurgular. Uygulanacak metotlar ile toplumsal olaylar için fizik ve kimya gibi bilimlerde olduğu üzere kesin sonuçların elde edilmesi hedeflenmiştir. Diğer bir ifadeyle, fen bilimlerinin yönteminin alınması ve bu yöntemlerin kullanımı sonucunda %100 kesin sonuçların elde edilebilmesi amaçlanmıştır. Toplumsal olaylar mekanik olarak ele alınmış ve nedensellik ilkesi çerçevesinde bir sosyal olay kendinden öncekinin sonucu ve kendinden sonrakinin de nedeni olarak görülmüştür. Toplum, bireyin dışında kalmakla beraber onun üzerinde ve onu şekillendiren bir yapıdır. Birey, toplum tarafından biçimlendirilen, iradesi sınırlandırılan ve bu çerçevede kendisinden beklenenleri gerçekleştiren edilgen bir varlıktır. Ancak fenomenolojik yaklaşıma göre birey özgür ve bilinç sahibi olup sosyal dünyasını inşa edebilecek bir varlıktır. Bu açıdan fenomenoloji, yaklaşım bakımından pozitivist sosyolojiden ayrılmakta ve ona karşı çıkmaktadır.

            Olayları toplumsal aktörler tarafından doğrudan doğruya algılandığı şekliyle inceleyen fenomenoloji, öğrenmiş olduğumuz kavramları olduğu gibi kabul etmemizi, dünyaya bakışımızı ve dünyada bulunuşumuzu sorgulamamızı ister. Fenomenolojik toplumbilimciler insanların, öğrenmiş oldukları kültürel kavramları askıya ya da parantez içerisine aldıktan sonra, toplumsal durumları nasıl tanımladıklarını inceler (Wallace ve Wolf, 2013: 349-50). Fenomen sözcüğünün iki temel anlamı vardır. O bir algı nesnesi, gördüğümüz, duyularımızla hissettiğimiz veya algıladığımız bir şeydir. Ancak ikinci olarak, fenomen sıra dışı bir şey, henüz açıklayamadığımız veya anlayamadığımız normal dışı bir şeydir. İlk tanım, dış dünyanın gerçekte var olduğunu ve bu dünyanın duyularımızla algılanabilen kendine ait bir gerçekliğinin olduğu varsayımı üzerine kurulu bilimsel, gündelik bir tanımdır. İkincisi yorumcu bir tanımdır. Kendine has bağımsız bir gerçekliğe sahip olmayan fizik dünyayı duyularımız aracılığıyla anlar ve onu kendi yorumlamamıza göre yeniden yaratırız. Fenomenoloji bu yüzden fizik dünyanın değişmeyen ve bütün insanlar için aynı olan gerçek bir dünya olmadığını savunur. Daha ziyade o varoluşu için insanların yorumlarına veya ona yüklediği anlamlara bağlı olan göreli bir dünyadır (Slattery, 2012: 231-32).

Bu bağlamda, yukarıda bahsedildiği üzere fenomenoloji toplum ve insan anlayışı bakımından pozitivist yaklaşımdan ayrıldığı gibi nesnelliğe olan vurgu bakımından da ayrılır. Pozitivizmdeki nesnellik vurgusunun aksine, fenomenoloji öznel unsurları ön plana çıkarır. Toplumbilimcinin kendini toplumdan soyutlayan bir çerçevede toplumu incelemesi, kendini toplumdan ayrı tutması fenomenolojik yaklaşımla uyuşmamaktadır. Kaldı ki fenomenoloji, sosyal dünyanın bireyler tarafından yaratıldığını ifade eder ve günlük rutinlerle toplum yeniden yaratılmış olur. Bu bakımdan, toplumun kendine ait ayrı bir varlığından söz edilemez. Sosyal yaşamdaki nesne ve olaylar tamamen insanların algılama, anlama ve yorumlamaları üzerine kurulur ve bu bağlamda var olur. Bireylerin eylemlerinin belirli bir zaman ve/veya durumda bir olgu olarak tanımlanabilmesi (örneğin, suç, evlenme vb.) kişilerin o eylemleri yorumlamasına bağlıdır. Bu açıdan fenomenoloji, sosyal hayattaki olguların insanlar tarafından yaratıldığını ve bunun da yorumlama sonucu meydana geldiğini belirtmektedir.

Fenomenologlar, sosyal dünyaya fizik dünyaya göre daha göreli terimler içinde bakarlar. Fizik dünyadaki nesneler (ağaçlar, dağlar vb.) insanların nitelendirmelerine bakmaksızın fiziksel olarak var olsalar da, aynı şey sosyal dünyadaki olgular için söylenemez. Suç ve aşk gibi kavramlar tamamen insanların yarattıkları şeylerdir, var oluşları tamamen insanların algılarına, onların yorumları ve yükledikleri anlamlara bağlıdır. Bir kişiyi öldürmenin cinayet olabilmesi gibi, kendini savunma, kaza veya kahramanlık olarak görülmesi de muhtemeldir. Dolayısıyla bütün insan bilgileri görelidir. Bu bakımdan fenomenoloji, insan bilincinin ve insanların içinde yaşadıkları dünyayı yorumlama biçimlerinin araştırılmasıdır. (Slattery, 2012: 232).

Toplum Görüşü

Pozitivist analizde betimlenenin aksine, toplum kendine ait bir var oluşa sahip bir şey değil, aksine, gündelik yaşantılarımız sırasında rutinlerimiz, etkileşimlerimiz ve diğerleriyle paylaştığımız ortak kabullerimiz aracılığıyla yarattığımız ve yeniden yarattığımız bir şeydir. Bu yorumlama ve iletişimin anahtarı dildir ve kendi toplumumuzun genel kabullerini sosyalleşme aracılığıyla öğreniriz. Sosyal dünya diğerleriyle birlikte yaşanılan deneyimlerle öğrenilen bir dünyadır. Eğer tamamen yoruma bağlıysa o halde toplum devamlılığını nasıl sağlamaktadır sorusuna Schultz, gündelik sosyal düzende üç anahtar unsur belirleyerek cevap vermektedir (Slattery, 2012: 233):

o  Sağduyu bilgisi – kendi toplumumuz veya sosyal grubumuz içinde nasıl yorumlar yapacağımız ve nasıl davranacağımız konusundaki ortak bilgi stokları

o  Tipleştirmeler – bilgi stokları içinde inşa edilen nesneler (ev, insan) ve deneyimleri (nefret, kâbus) ortak sınıflandırma biçimleri

o  Karşılıklılık – diğerlerinin dünyayı bizim gibi görmesini sağlayan ortak kabuller

Genel kabulleri sosyalleşme ile öğrenir, onlara uyum sağlar ve gerektiğinde onlara ilişkin algılarımızı değiştiririz. Fenomenologlara göre sosyal düzen, bundan dolayı müzakere edilmiş bir düzen, çoğu insanın gündelik yaşantılarını ve işlerini sürdürmeye çalışırken içinde yer aldığı yaşantı dünyasının temelini oluşturan pratik bir çerçevedir. Schutz’un sosyal dünya anlayışı, sosyal düzenin genel kabuller ve yorumlara dayalı müzakere edilmiş bir gerçeklik olduğunu savunan büyük ölçüde yorumcu bir bakış açısıdır (Slattery, 2012: 233). Schutz, bireylerin ortak bir bilgi stokundan aldıkları kabulleri yani onların dünyayı kabulleri, kitaplar, arabalar, evler, elbiseler vb. gibi şeylerin tiplerinden oluşur olarak düşünmelerini sağlayacak uygun davranışlardan bahseder. Onun bu noktada vurgulamak istediği, bireylerin dünyayı, onlara toplumsal grupları tarafından verilen tipleştirmeleri (ya da ideal tipleri) kullanarak inşa etmekte olduklarıdır (Wallace ve Wolf, 2013: 352).

Amaçları, farklı güdü ve ilgileri olan bireylerin sosyal düzende nesne ve olgulara dair yorumlamaları ve algılamaları farklılık göstermektedir. Birtakım ortak kabul ve anlamlar etrafında farklı görüş ve yorumlamaları harekete geçirebilirler. Bu ortak kabul ve anlamlar insanlar arasında belli bir konsensüsü sağlar ve onların bu uzlaşı temelinde kendi hayatlarını yaşamalarına olanak tanır. Yani, her bireyin farklı yorumlamaları ve algılamaları dolayısıyla farklı amaç, hedef ve yaşamları olsa da bunların harekete geçirileceği yer, ortak kabuller üzerine kurulu sosyal düzendir. Düzenin yani konsensüsün bozulması, başka bir deyişle ortak kabullerin çökmesi toplumsal kaosa sebebiyet verir. Sosyalleşme sadece çocukluk döneminde gerçekleşmez, hayat boyu devam eder ve ölümle son bulur. Ortak kabul ve anlamlar sosyalleşme sürecinde öğrenilir. Gündelik hayatta farklı bireylerin farklı eylemleri gerçekleştirdiği sosyal düzen bireyler tarafından oluşturulur, bu bakımdan toplumun kendine ait bireyin üstünde ayrı bir varlığı yoktur.

Temel Varsayımlar

            Schutz’a göre, araştırmacının rolü bizzat hayattan uzak soyut kavramlar ve bilimsel teoriler geliştirerek hayatı nesnel ve dışarıdan araştırmak değil, aksine onun içine girmek ve onu üyelerinin gözüyle görmektir. Sosyal dünya kendine ait bağımsız bir hayata sahip bir şey değildir, aksine yaşayan aktif üyeleri tarafından her gün yaratılan ve yeniden-yaratılan ve ortak anlayışlar ve ilişkiler temelinde yaşantıları biçimlendiren sürekli değişim halindeki canlı bir sosyal deneyimdir. Bu bakımdan, fenomenolojinin ilgi odağı, gündelik hayat, geleneksel sosyolojinin hayatın daha alışılmadık yahut olağandışı ve heyecan verici yanlarını araştırırken sorgulama gereği duymadığı normalliktir (Slattery, 2012: 234).

Schutz’un düşüncelerine göre, gündelik bilgimiz asla sabit değildir ve sürekli akış halindedir. Hayatın tam anlamıyla aktif ve bilinçli bir biçimde yaşanırken yeniden yorumlanması, yaratılması ve onarılması gerekir. Hayat üzerinde çalışılması gereken bir şeydir; o asla sabit kalmaz. İlişkiler kırılgandır ve sürekli değişim halindedir; onların sürekli bakım ve onarıma ihtiyacı vardır (Slattery, 2012: 235).

            Bu bağlamda, fenomenolojik yaklaşım sosyal dünyanın anlaşılabilmesi için onun içindeki herhangi bir şeye karşı mutlak gözüyle bakılmaması gerektiği üzerinde durmaktadır. Dolayısıyla araştırmacı, kendine ait tutum, değer ve yargıları dışarıda bırakarak sosyal olaylara eğilmelidir. Sosyal durumları anlamanın yolu o durumun içinde bulunan, o durumda yer alan bireyler gibi olmayı gerektirir. Ancak bu şekilde özel bir sosyal olaya dair bilgi edinilir. Söz konusu olay içinde yer alanlar gibi olayı görmeye çalışmak fenomenolojinin araştırmacıdan beklediği bir davranıştır. Günlük yaşam, hızlı ve süreklilik arz eden birçok etkinliğin aynı anda olduğu bir süreçtir. Her gün yapılan sıradan faaliyetler günlük hayatın değişmez parçaları haline gelmiştir. Fenomenoloji, gündelik yaşamın incelenmesini vurgularken dışarıdan bir gözle değil o hayatın içine girilerek araştırılması gerektiğini vurgular.

Metodoloji

            Fenomenologlar, bilimsel yöntemi, onun her tür nesnellik iddiasını bir toplumu veya sosyal durumu içerden, ilgili sosyal aktörlerin anlam ve yorumları çerçevesinde anlamak için hiç de uygun olmadığı gerekçesiyle reddederler. Sosyolog, ideal olarak, sosyal dünyayı, onun temel kabulleri, kültürü ve tipleştirmelerini diğer insanların algıladıkları gibi algılamak için, kendini bu sosyal dünyadan uzak tutmayıp bizzat ona katılmalıdır. Bu yüzden, fenomenologlar katılmalı gözlem gibi teknikleri tercih ederler. Fenomenolojik kuram ve yöntemi bilimsel sosyolojilerden ayıran şey, nitel araştırmaya, sezgi ve öznel faktörlere olan vurgusudur (Slattery, 2012: 236, 238).

Kaynaklar

Poloma, M. M. (2012). Çağdaş Sosyoloji Kuramları. (Çev. Hayriye Erbaş). (Beşinci Baskı). Ankara: Palme Yayıncılık. (Eserin orijinali 1982’de yayımlandı)

Wallace, R. A. ve Wolf, A. (2013). Çağdaş Sosyoloji Kuramları: Klasik Geleneğin Genişletilmesi. (Çev. Leyle Elburuz, M. Rami Ayas). (Beşinci Baskı). Ankara: Doğubatı Yayınları

Slattery, M. (2012). Sosyolojide Temel Fikirler. (Çev. Özlem Balkız, Gülhan Demiriz, Hacer Harlak, Cevdet Özdemir, Şebnem Özkan). (Beşinci Baskı). Ankara: Sentez Yayıncılık. (Eserin orijinali 1991’de yayımlandı)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder