Kökenleri
Leipzig ve Berlin Üniversitelerinde okuyan ve matematik eğitimi alan Alman filozof Edmund Husserl (1859-1938) fenomenoloji kavramını ilk kullanan kişidir. Yahudi kökenli olması nedeniyle Nazilerden çok çeken Husserl, 20. yüzyılın başındaki I. Dünya Savaşı ve faşizmin yükselişi gibi olaylardan etkilenmiş ve bu nedenle olayların temeline inme arzusu duymuştur. Temel çalışmaları şunlardır (Slattery, 2012: 230):
o Mantık Araştırmaları (1901)
o Saf Bir Fenomenoloji ve Fenomenolojik Felsefe İçin
Düşünceler (1913)
o Avrupa Bilimlerinin Krizi ve Transendental
Fenomenoloji (1936)
Husserl fenomenolojiyi,
insan duyuları ile doğrudan kavranabilecek her şeye ilgi olarak tanımlamıştır.
Fenomenolojinin esas noktası olan bu vurgu, duyularımız yolu ile doğrudan
deneyimleyebileceğimiz şeyler hakkında bundan daha fazla bir şey
bilebileceğimizi reddeder. Bütün bilgimiz doğrudan duyulara dayanan olaylardan
gelir (Wallace ve Wolf, 2013: 351).
Husserl’in görüşlerini
geliştiren Alfred Schutz (1899-1959) Nazilerden kaçmak üzere Almanya’dan 1939
yılında ayrılan bir toplumsal felsefecidir. Husserl’in fenomenolojik
felsefesini sosyolojiye tanıtan ve bu felsefeyi G. H. Mead’inki gibi diğer yorumcu
düşünce okullarıyla birleştiren Schutz, 1960’larda ve 70’lerin sonlarında
fenomenolojik sosyolojiyi Batı dünyasında temel bir yorumcu sosyoloji biçimi
olarak geliştirdi. Fenomenolojik sosyoloji, pozitivizme, bilim olarak sosyoloji
fikrine temel bir meydan okuma haline geldi. Schutz’un temel çalışmaları
şunlardır: (Slattery, 2012: 231).
o Toplu Yazılar (1971)
o Sosyal Dünyanın Fenomenolojisi (1972)
o Yaşantı Dünyasının Yapıları (1974) – T. Luckman ile
birlikte
Temel
Sosyolojik Yaklaşım
Pozitivist sosyoloji,
toplumu tıpkı doğa dünyası gibi bireyin üzerinde ve dışında kendi kendine ait
gerçekliğe sahip bir şey olarak görme ve bireyi davranışları büyük ölçüde dış
güçler tarafından belirlenen kukla benzeri bir şey olarak resmetme eğilimindedir.
Pozitivizm bu yüzden doğa bilimlerinin yöntemlerinin fizik dünya kadar sosyal
dünyayı anlamak için de uygun olduğunu öne sürer. Fenomenologlar bu tür bir
analizi tamamen reddederler. Onlara göre insan sosyal dünyasını inşa edebildiği
gibi kontrol altına da alabilecek güce sahip rasyonel ve bağımsız bir
varlıktır. İnsanın eylemleri dışarıdan belirlenmiş veya programlanmış değildir,
aksine amaçlanmış ve güdülenmiştir
(Slattery, 2012: 236).
Toplumu insanın dışında
ayrı bir varlığa sahip bir şey olarak kabul eden pozitivist yaklaşım, birtakım
sosyal olayların bireyin psikolojik ve biyolojik yapısına indirgenerek
açıklanamadığını görerek toplumu inceleyen bir bilime ihtiyaç duyulduğunu
vurgular. Uygulanacak metotlar ile toplumsal olaylar için fizik ve kimya gibi
bilimlerde olduğu üzere kesin sonuçların elde edilmesi hedeflenmiştir. Diğer
bir ifadeyle, fen bilimlerinin yönteminin alınması ve bu yöntemlerin kullanımı
sonucunda %100 kesin sonuçların elde edilebilmesi amaçlanmıştır. Toplumsal
olaylar mekanik olarak ele alınmış ve nedensellik ilkesi çerçevesinde bir
sosyal olay kendinden öncekinin sonucu ve kendinden sonrakinin de nedeni olarak
görülmüştür. Toplum, bireyin dışında kalmakla beraber onun üzerinde ve onu
şekillendiren bir yapıdır. Birey, toplum tarafından biçimlendirilen, iradesi
sınırlandırılan ve bu çerçevede kendisinden beklenenleri gerçekleştiren edilgen
bir varlıktır. Ancak fenomenolojik yaklaşıma göre birey özgür ve bilinç sahibi olup
sosyal dünyasını inşa edebilecek bir varlıktır. Bu açıdan fenomenoloji,
yaklaşım bakımından pozitivist sosyolojiden ayrılmakta ve ona karşı
çıkmaktadır.
Olayları
toplumsal aktörler tarafından doğrudan doğruya algılandığı şekliyle inceleyen
fenomenoloji, öğrenmiş olduğumuz kavramları olduğu gibi kabul etmemizi, dünyaya
bakışımızı ve dünyada bulunuşumuzu sorgulamamızı ister. Fenomenolojik
toplumbilimciler insanların, öğrenmiş oldukları kültürel kavramları askıya ya
da parantez içerisine aldıktan sonra, toplumsal durumları nasıl
tanımladıklarını inceler (Wallace ve Wolf, 2013: 349-50). Fenomen sözcüğünün
iki temel anlamı vardır. O bir algı nesnesi, gördüğümüz, duyularımızla
hissettiğimiz veya algıladığımız bir şeydir. Ancak ikinci olarak, fenomen sıra
dışı bir şey, henüz açıklayamadığımız veya anlayamadığımız normal dışı bir
şeydir. İlk tanım, dış dünyanın gerçekte var olduğunu ve bu dünyanın
duyularımızla algılanabilen kendine ait bir gerçekliğinin olduğu varsayımı
üzerine kurulu bilimsel, gündelik bir tanımdır. İkincisi yorumcu bir tanımdır.
Kendine has bağımsız bir gerçekliğe sahip olmayan fizik dünyayı duyularımız
aracılığıyla anlar ve onu kendi yorumlamamıza göre yeniden yaratırız.
Fenomenoloji bu yüzden fizik dünyanın değişmeyen ve bütün insanlar için aynı
olan gerçek bir dünya olmadığını savunur. Daha ziyade o varoluşu için
insanların yorumlarına veya ona yüklediği anlamlara bağlı olan göreli bir
dünyadır (Slattery, 2012: 231-32).
Bu bağlamda, yukarıda
bahsedildiği üzere fenomenoloji toplum ve insan anlayışı bakımından pozitivist
yaklaşımdan ayrıldığı gibi nesnelliğe olan vurgu bakımından da ayrılır.
Pozitivizmdeki nesnellik vurgusunun aksine, fenomenoloji öznel unsurları ön
plana çıkarır. Toplumbilimcinin kendini toplumdan soyutlayan bir çerçevede
toplumu incelemesi, kendini toplumdan ayrı tutması fenomenolojik yaklaşımla
uyuşmamaktadır. Kaldı ki fenomenoloji, sosyal dünyanın bireyler tarafından
yaratıldığını ifade eder ve günlük rutinlerle toplum yeniden yaratılmış olur.
Bu bakımdan, toplumun kendine ait ayrı bir varlığından söz edilemez. Sosyal
yaşamdaki nesne ve olaylar tamamen insanların algılama, anlama ve yorumlamaları
üzerine kurulur ve bu bağlamda var olur. Bireylerin eylemlerinin belirli bir
zaman ve/veya durumda bir olgu olarak tanımlanabilmesi (örneğin, suç, evlenme
vb.) kişilerin o eylemleri yorumlamasına bağlıdır. Bu açıdan fenomenoloji,
sosyal hayattaki olguların insanlar tarafından yaratıldığını ve bunun da
yorumlama sonucu meydana geldiğini belirtmektedir.
Fenomenologlar, sosyal
dünyaya fizik dünyaya göre daha göreli terimler içinde bakarlar. Fizik
dünyadaki nesneler (ağaçlar, dağlar vb.) insanların nitelendirmelerine
bakmaksızın fiziksel olarak var olsalar da, aynı şey sosyal dünyadaki olgular
için söylenemez. Suç ve aşk gibi kavramlar tamamen insanların yarattıkları
şeylerdir, var oluşları tamamen insanların algılarına, onların yorumları ve
yükledikleri anlamlara bağlıdır. Bir kişiyi öldürmenin cinayet olabilmesi gibi,
kendini savunma, kaza veya kahramanlık olarak görülmesi de muhtemeldir.
Dolayısıyla bütün insan bilgileri görelidir. Bu bakımdan fenomenoloji, insan
bilincinin ve insanların içinde yaşadıkları dünyayı yorumlama biçimlerinin
araştırılmasıdır. (Slattery, 2012: 232).
Toplum
Görüşü
Pozitivist analizde
betimlenenin aksine, toplum kendine ait bir var oluşa sahip bir şey değil,
aksine, gündelik yaşantılarımız sırasında rutinlerimiz, etkileşimlerimiz ve
diğerleriyle paylaştığımız ortak kabullerimiz aracılığıyla yarattığımız ve
yeniden yarattığımız bir şeydir. Bu yorumlama ve iletişimin anahtarı dildir ve
kendi toplumumuzun genel kabullerini sosyalleşme aracılığıyla öğreniriz. Sosyal
dünya diğerleriyle birlikte yaşanılan deneyimlerle öğrenilen bir dünyadır. Eğer
tamamen yoruma bağlıysa o halde toplum devamlılığını nasıl sağlamaktadır
sorusuna Schultz, gündelik sosyal düzende üç anahtar unsur belirleyerek cevap
vermektedir (Slattery, 2012: 233):
o Sağduyu bilgisi – kendi toplumumuz veya sosyal
grubumuz içinde nasıl yorumlar yapacağımız ve nasıl davranacağımız konusundaki
ortak bilgi stokları
o Tipleştirmeler – bilgi stokları içinde inşa edilen
nesneler (ev, insan) ve deneyimleri (nefret, kâbus) ortak sınıflandırma
biçimleri
o Karşılıklılık – diğerlerinin dünyayı bizim gibi
görmesini sağlayan ortak kabuller
Genel kabulleri
sosyalleşme ile öğrenir, onlara uyum sağlar ve gerektiğinde onlara ilişkin
algılarımızı değiştiririz. Fenomenologlara göre sosyal düzen, bundan dolayı
müzakere edilmiş bir düzen, çoğu insanın gündelik yaşantılarını ve işlerini
sürdürmeye çalışırken içinde yer aldığı yaşantı dünyasının temelini oluşturan
pratik bir çerçevedir. Schutz’un sosyal dünya anlayışı, sosyal düzenin genel
kabuller ve yorumlara dayalı müzakere edilmiş bir gerçeklik olduğunu savunan
büyük ölçüde yorumcu bir bakış açısıdır (Slattery, 2012: 233). Schutz,
bireylerin ortak bir bilgi stokundan aldıkları kabulleri yani onların dünyayı
kabulleri, kitaplar, arabalar, evler, elbiseler vb. gibi şeylerin tiplerinden
oluşur olarak düşünmelerini sağlayacak uygun davranışlardan bahseder. Onun bu
noktada vurgulamak istediği, bireylerin dünyayı, onlara toplumsal grupları
tarafından verilen tipleştirmeleri (ya da ideal tipleri) kullanarak inşa
etmekte olduklarıdır (Wallace ve Wolf, 2013: 352).
Amaçları, farklı güdü
ve ilgileri olan bireylerin sosyal düzende nesne ve olgulara dair yorumlamaları
ve algılamaları farklılık göstermektedir. Birtakım ortak kabul ve anlamlar
etrafında farklı görüş ve yorumlamaları harekete geçirebilirler. Bu ortak kabul
ve anlamlar insanlar arasında belli bir konsensüsü sağlar ve onların bu uzlaşı
temelinde kendi hayatlarını yaşamalarına olanak tanır. Yani, her bireyin farklı
yorumlamaları ve algılamaları dolayısıyla farklı amaç, hedef ve yaşamları olsa
da bunların harekete geçirileceği yer, ortak kabuller üzerine kurulu sosyal
düzendir. Düzenin yani konsensüsün bozulması, başka bir deyişle ortak
kabullerin çökmesi toplumsal kaosa sebebiyet verir. Sosyalleşme sadece çocukluk
döneminde gerçekleşmez, hayat boyu devam eder ve ölümle son bulur. Ortak kabul
ve anlamlar sosyalleşme sürecinde öğrenilir. Gündelik hayatta farklı bireylerin
farklı eylemleri gerçekleştirdiği sosyal düzen bireyler tarafından oluşturulur,
bu bakımdan toplumun kendine ait bireyin üstünde ayrı bir varlığı yoktur.
Temel
Varsayımlar
Schutz’a
göre, araştırmacının rolü bizzat hayattan uzak soyut kavramlar ve bilimsel
teoriler geliştirerek hayatı nesnel ve dışarıdan araştırmak değil, aksine onun
içine girmek ve onu üyelerinin gözüyle görmektir. Sosyal dünya kendine ait
bağımsız bir hayata sahip bir şey değildir, aksine yaşayan aktif üyeleri
tarafından her gün yaratılan ve yeniden-yaratılan ve ortak anlayışlar ve
ilişkiler temelinde yaşantıları biçimlendiren sürekli değişim halindeki canlı
bir sosyal deneyimdir. Bu bakımdan, fenomenolojinin ilgi odağı, gündelik hayat,
geleneksel sosyolojinin hayatın daha alışılmadık yahut olağandışı ve heyecan
verici yanlarını araştırırken sorgulama gereği duymadığı normalliktir
(Slattery, 2012: 234).
Schutz’un düşüncelerine
göre, gündelik bilgimiz asla sabit değildir ve sürekli akış halindedir. Hayatın
tam anlamıyla aktif ve bilinçli bir biçimde yaşanırken yeniden yorumlanması,
yaratılması ve onarılması gerekir. Hayat üzerinde çalışılması gereken bir
şeydir; o asla sabit kalmaz. İlişkiler kırılgandır ve sürekli değişim halindedir;
onların sürekli bakım ve onarıma ihtiyacı vardır (Slattery, 2012: 235).
Bu
bağlamda, fenomenolojik yaklaşım sosyal dünyanın anlaşılabilmesi için onun
içindeki herhangi bir şeye karşı mutlak gözüyle bakılmaması gerektiği üzerinde
durmaktadır. Dolayısıyla araştırmacı, kendine ait tutum, değer ve yargıları
dışarıda bırakarak sosyal olaylara eğilmelidir. Sosyal durumları anlamanın yolu
o durumun içinde bulunan, o durumda yer alan bireyler gibi olmayı gerektirir.
Ancak bu şekilde özel bir sosyal olaya dair bilgi edinilir. Söz konusu olay
içinde yer alanlar gibi olayı görmeye çalışmak fenomenolojinin araştırmacıdan
beklediği bir davranıştır. Günlük yaşam, hızlı ve süreklilik arz eden birçok
etkinliğin aynı anda olduğu bir süreçtir. Her gün yapılan sıradan faaliyetler
günlük hayatın değişmez parçaları haline gelmiştir. Fenomenoloji, gündelik
yaşamın incelenmesini vurgularken dışarıdan bir gözle değil o hayatın içine
girilerek araştırılması gerektiğini vurgular.
Metodoloji
Fenomenologlar,
bilimsel yöntemi, onun her tür nesnellik iddiasını bir toplumu veya sosyal
durumu içerden, ilgili sosyal aktörlerin anlam ve yorumları çerçevesinde
anlamak için hiç de uygun olmadığı gerekçesiyle reddederler. Sosyolog, ideal olarak, sosyal
dünyayı, onun temel kabulleri, kültürü ve tipleştirmelerini diğer insanların
algıladıkları gibi algılamak için, kendini bu sosyal dünyadan uzak tutmayıp
bizzat ona katılmalıdır. Bu yüzden, fenomenologlar katılmalı gözlem gibi teknikleri
tercih ederler. Fenomenolojik kuram ve yöntemi bilimsel sosyolojilerden ayıran
şey, nitel araştırmaya, sezgi ve öznel faktörlere olan vurgusudur (Slattery,
2012: 236, 238).
Kaynaklar
Poloma, M. M. (2012). Çağdaş Sosyoloji Kuramları. (Çev. Hayriye Erbaş). (Beşinci Baskı). Ankara: Palme Yayıncılık. (Eserin orijinali 1982’de yayımlandı)
Wallace, R. A. ve Wolf, A. (2013). Çağdaş Sosyoloji Kuramları: Klasik Geleneğin Genişletilmesi. (Çev. Leyle Elburuz, M. Rami Ayas). (Beşinci Baskı). Ankara: Doğubatı Yayınları
Slattery,
M. (2012). Sosyolojide Temel Fikirler.
(Çev. Özlem Balkız, Gülhan Demiriz, Hacer Harlak, Cevdet Özdemir, Şebnem Özkan).
(Beşinci Baskı). Ankara: Sentez Yayıncılık. (Eserin orijinali 1991’de
yayımlandı)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder