28 Kasım 2014 Cuma

Talcott Parsons - Sosyolojik Yaklaşımı

Kısa Yaşam Öyküsü

Talcott Parsons (1902-1979) genellikle Amerika’da bir ölçüde İngiliz sosyolojisinde 1940-50 arası egemen olan yapısal-işlevselciliğin kurucusu olarak kabul edilir. Colorada Springs’te doğdu. Babası bir cemaat papazıdır. 1924’te Amherst College’dan lisans derecesi aldı ve London School of Economics’te (1924-25) ve Heidelberg Üniversitesi’nde (1925-26) lisansüstü eğitim aldı. 1926’dan itibaren ölene kadar Harvard’da kaldı. Merton, Garfinkel, Kingsley Davis, Neil Smelsler gibi tüm bir lisansüstü öğrenciler nesline ilham kaynağı oldu.

Eserleri: Sosyal Eylemin Yapısı (1939), Genel Bir Sosyal Eylem Teorisine Doğru (1951), Toplumsal Sistem (1951), Toplumlar: Evrimci ve Karşılaştırmalı Perspektifler (1966). Özellikle “Toplumsal Sistem (1951)” eseriyle Amerikan sosyolojisinde hakim figür haline geldi. 1960’lardan sonra kuramı çokça eleştiri alsa da 1980’lerden itibaren birçok sosyolog Parsons’ın fikirleri üzerine artan bir şekilde tekrardan ilgi gösterdi.

Giriş

Yapısal-işlevselciliğin öncüsü olan Parsons’ın düşüncelerinin kaynağını klasik dönem sosyologları olan Weber, Durkheim, Spencer, Comte ve Pareto’da aramak gerekir. Parsons bu sosyologların ortaya koyduğu kavramları birleştirerek kendi kuramlarını geliştirmiştir. Parsons’ın aşağıda bölümler halinde inceleyeceğimiz düşüncelerini anlatırken klasik dönem sosyologlarından nasıl etkilendiğine de değineceğiz. Parsons’ın yapısal-işlevcilikle özdeşleşmesi bazı klasik dönem sosyologlarınca ifade edilen işlevselciliğin ötesine geçerek “sistem” kavramı ile işlevselciliği birleştirmesi ve toplumsal yapıların açıklanmasına önem vermesinden kaynaklanmaktadır. Parsons toplumsal yapıların birbirleriyle olan ilişkilerini açıklarken makro bir bakış açısına sahiptir. İşlevselcilik, Comte ve Durkheim’da bütünü oluşturan parçaların birbirleri ile ilişki halinde ve koordineli şekilde hareket etmesi ve bu sayede bütünselliğin bozulmaması, her parçanın kendinden beklenen işlevi yerine getirerek bütünün devamlılığının sağlanması olarak ifade bulmaktadır. Parsons geliştirmiş olduğu sistem kuramıyla sistem ve işlevselciliği toplum çözümlemesinde kullanmaktadır.

Eylem Kuramı ve Kalıp Değişkenler

Her ne kadar birey içinde yaşadığı ve değerlerini paylaştığı toplumun bir üyesi olsa da tamamen sadece toplumun değer yargılarına bağlı değildir. Diğer tüm insanlardan ve toplumun kendi varlığından ayrı bir şekilde kişilik sahibi olması nedeniyle onun kendi adına yapmak veya elde etmek istediği bir şeylerin olması gayet doğal bir durumdur. Birey, varmak istediği hedefine yönelik eylem gerçekleştirirken içinde bulunduğu toplumun normları ile kendi iç motivasyonu arasında etkileşim gerçekleşir. Dolayısıyla birey amacına ulaşırken büyük bir serbesti içinde değil, toplumun mevcut kurallarına uyarak hareket etmek zorundadır. Toplumun sahip olduğu değer ve normları kabul etmişliği kendinden beklenen rolü yerine getirerek amacına ulaşacaktır.

Parsons, klasik dönem sosyologlarından Max Weber’in modern toplumlar için öngördüğü eylem tipi olan rasyonel eylem tipini temel alarak, bireyin arzuladığı hedefe ulaşmasında kendi istekleri ve toplumun beklentileri arasında etkileşime vurgu yapar. Birey kendi istekleri doğrultusunda amacına ulaşırken toplumsal koşulları hesaba katmak durumundadır. Toplumsal değerlerin varlığı bireyi kendinden beklenen rolü yerine getirmeye zorlamaktadır. Ancak kendi içinden gelen şahsi istekler ve toplumsal koşullar arası birey ne ölçüde denge kuracağına karar vererek amacına ulaşmak ister. Dolayısıyla birey toplumsal koşulları değerlendirerek bir karar verme durumundadır (Richter, 2012). Parsons, kuramında bu gibi durumlarda bireyin neye karar vermesinde yol gösterecek alternatif seçenekler - kalıp değişkenler - sunmaktadır.

Esasen Parsons’ın kalıp değişkenleri iki ayrı kategoriye ayırmasında Tönnies ve Durkheim’dan etkilendiği görülmektedir. Tönnies ilkel, aileler ve akrabalar arası sıkı bağların bulunduğu ve bireyselliğin mevcut olmadığı toplulukları “gemeinschaft” olarak adlandırırken, sanayileşmiş toplumları ise “gesellschaft” olarak adlandırmaktadır. Benzer şekilde Durkheim ortak değerlere olan bağlılığın güçlü olduğu sanayi öncesi toplumlarda mekanik dayanışmanın, modern toplumlarda ise organik dayanışmanın mevcudiyetini dile getirmiştir. Parsons, kalıp değişkenleri kategorize ederken benzer bir ikili ayrımda bulunmaktadır. Kalıp değişkenler şunlardır: Nitelik-Başarı, Yaygınlık-Özgüllük, Duygusallık-Tarafsızlık, Özellik-Evrensellik ve Birliktelik-Kişisel Çıkar. Nitelik-Başarı (Performans) kalıp değişkeninde nitelik, doğuştan gelen bireysel özelliklere işaret ederken, başarı ise dil, din, ırk veya cinsiyet gibi unsurlar dışarıda bırakılarak kendi çaba ve çalışmaları ile kazanımları ifade eder. Yaygınlık-Özgüllük ise karşılaşılan duruma özgü ya da genel bir değerlendirme yapılıp yapılmaması ile ilgilidir. Özgüllük, muhatap olunan işle alakası olmayan tüm davranışların dışarıda tutulması demektedir. Karşılaşılan durumdan duygusal anlamdan bir beklenti veya tatmin olma bekleniyorsa duygusallık, aksi halde ise tarafsızlık tercih edilecektir. Evrensellik, kabul görmüş genel kurallara göre hareket etme olarak anlaşılırken, özellik bireyle olan hususi bağlar veya aidiyeti bulunduğu grup dolayısıyla tercih edilmeyi gerektirir. Son olarak Birliktelik-Kişisel Çıkar değişkeni içinde bulunulan topluluğun çıkarlarına mı yoksa kişisel menfaatlere göre mi hareket edilmesinde verilecek tercihe ilişkindir (Wallace ve Wolf, 2013).

Kalıp değişkenlerde önce gelenlerin daha çok geleneksel toplumlarda, sonra gelenlerin ise daha çok sanayi sonrası modern toplumlarda görülmesi Parsons’ın Durkheim ve Tönnies’in tipolojisinden etkilendiğinin açık göstergesidir. Kalıp değişkenler sınıflandırılmalarına göre sadece geleneksel veya modern toplumlarda görülmemektedir.

Eylem Sistemi ve Sistem Kuramı

Parsons’ın düşüncelerinin temelini şekillendiren Durkheim, Spencer, ve Comte biyoloji bilimi temelli organimazcı yaklaşımı benimsemektedir. Buna göre toplumlar da biyolojik organizmalar gibi bir bütün halindedir ve daha basit ve alt yapılardan meydana gelmektedir. Bu yapılar aynı organizmada olduğu gibi karşılıklı bağımlılık içerisindedir ve bütünlük oluşturma özelliklerini korurlar. Toplumsal yapıyı oluşturan basit ve alt yapılar zamanla farklılaşıp gelişseler de toplumun bütünlüğü aynı canlı bir organizmada olduğu gibi korunacaktır. İnsan bedenindeki organlar gibi toplumda da yapılar bulunmaktadır ve her organın farklı işlevi olduğu gibi de toplumsal yapıların farklı işlevleri bulunmaktadır. Canlı organizma denge halindedir ancak sürekli değişim gösteren bir çevre içerisinde olduğundan meydana gelen değişimlere uyum sağlayarak dengesini korumaya çalışmaktadır. Biyoloji eğitimi almış olan Parsons’ın ortaya koyduğu düşüncelerde bu bilimin etkisi görülmektedir. Burada karşımıza çıkan önemli nokta “denge” kavramıdır.

Parsons’ın düşüncelerinde diğer önemli bir nokta ise “sistem” kavramıdır. Ona göre tüm yaşayan sistemler birtakım gereksinimleri/işlevleri yerine getirmek zorundadır. Aksi halde sistemin devamlılığı mümkün olmayacaktır (Poloma, 2012). Yukarıda bahsedilenler de dikkate alındığında “sistem” uyumluluk sergilediğinde “denge” halinde olmaktadır. Toplumsal sistem denge halinde olma eğilimine sahip olarak çevresel etki ve değişimlere göre alt yapılarında oluşan değişikliklerle dengesizliğe uğrayacak olsa da tekrar denge kurmaya yönelecek ve uyumlu bir bütün haline gelecektir

Parsons’ın her sistemin yerine getirmesini gerektiğini belirttiği dört işlev şunlardır: Uyum (Adaptation-A), amaca ulaşma (Goal Attainment-G), bütünleşme (Integration-I) ve gizli kalıbı/örüntüyü koruma (Latent Pattern Maintenance-L). AGIL, Parsons tarafından ortaya koyulan dört eylem sistemi üzerinde ve daha alt sistemlerde kullanılır. Dört eylem sisteminden ilki olan “toplumsal sistem” birbirleriyle temas halinde olan birçok birey ve yapı ile onların etrafında olan çevreye dayanır. Parsons, daha çok statü ve rol kavramları üzerinde durarak yapısal yöne vurgu yapar. Statü toplum içinde bulunulan konum iken, rol o konumda bulunmanın gereği olarak yerine getirilmesi gereken davranış ve yapılması gerekenlerdir. Böylelikle toplumsal sistem bütünleşmeyi (I) sağlamaktadır. Toplumsal sistemin iki önemli kavramı olan “toplumsallaşma” ve “sosyal kontrol” aşağıda toplum örneğinde açıklanacaktır. “Kültürel sistem” toplumsal değerlerin, inançların ve normların bireylerce kabulünü ve benimsenmesini sağlayarak gizli kalıbın (L) korunmasını devam ettirir. “Kişilik sistemi”, toplumsal ve kültürel sistemin etkisi altında kalmasına rağmen bireyin kendi deneyimleri ve organizması olması nedeniyle ayrı bir sistem haline gelir. Kişiliği oluşturan temel bileşen olarak toplumsal çevrenin biçimlendirdiği ihtiyaç eğilimleri üzerinde duran Parsons buna rağmen doğal olarak var olan güdüleri yok saymış değildir. Kişilik sistemi kaynakların kullanımı ile tanımlanan amaçlara ulaşma işlevini (G) yerine getirmektedir. Son olarak “davranışsal organizma” genetik özelliklere sahip insanı kastederek çevreyle uyumu (A) sağlar (Ritzer, 2012).

AGIL, tüm sistemlere uygulanabilir nitelikte ortaya koyulmaktadır. “Toplumsal sistem” eylem sisteminin parçalarından biridir. Toplum ise toplumsal sisteme bir örnektir. AGIL’ın topluma uyarlaması ise Parsons tarafından açıklanmaktadır[1]. Buna göre, her toplum gerek bireysel gerekse toplumsal ihtiyaçların karşılanması amacıyla kaynak üretimine, dağıtımına ve dışarıdan sisteme kaynak girdisine gereksinim duymaktadır. Bu bakımdan uyumun devam ettirilmesi için ekonomik sistem gereklidir. Toplum belli bir hedefi gerçekleştirmek adına önceliklerini belirleyerek çaba gösterme durumundadır. Amaçlara ulaşılması ve bu süreçte izlenecek yolun belirlenmesi siyasal kurumların oluşumuyla mümkündür. Bütünleşme ise, toplumu meydana getiren yapılar ve bireyler arası uyumun nasıl sağlanacağı ile ilgilidir. Başka bir anlatımla, sistemin denge durumunun devam ettirilmesi için olması gereken düzenin yürütülmesi bütünleşmeyi ifade etmektedir. Bu bakımdan bütünleşme bireylere uyma zorunluluğu getiren kuralların olması ile mümkün olabilecektir. Son olarak aile, din ve okul gibi toplumsal kurumlar aracılığıyla toplumsal kural ve normların bireyler tarafından benimsenmeleri sağlanacak ve bu sayede bireylerin toplumsal dengeyi bozacak hareket ve davranışlarda bulunmasının önüne geçilecektir (Wallace ve Wolf, 2013). Diğer bir ifadeyle gizli kalıbı/örüntüyü devam ettirme işlevinin yerine getirilmesi bireylerin kurallara kendilerini uymak zorunda hissetmeleri ve ona göre davranmaları, toplumsal değerleri hesaba katarak kendinden beklenen davranış ne ise onu gerçekleştirmeleriyle sağlanmış olur.

Parsons toplumsal sistemin yerine getirmek zorunda olduğu dört işlevi açıklamasında özellikle Durkheim’dan etkilenmiştir. Durkheim, bireylerin toplumun değer yargılarına ve toplumun kendilerinden beklediklerine göre hareket etmeleri ile toplumsal dengenin sağlanacağını ifade eder.

Parsons, bireyin toplumsal kurallara uyarken kendine ait varlığını inkar etmez. Bireyin norm ve değerlere uygun hareket etmesi ve onları çiğnememesi, onun hiç çıkar gözetmeyen ve toplumun hedefleri dışında kendine ait hedefleri olmayan bir varlık olduğu anlamına gelmemektedir. Burada değinilmesi gereken nokta bireyin toplumun ondan beklediği gibi davranmasının nasıl sağlanacağıdır. Parsons, bu sorunu “toplumsallaşma” kavramı ile çözüme kavuşturmaktadır. Birey doğumundan itibaren başta aile olmak üzere, dinsel öğretiler, akraba çevresi, okul hayatı gibi unsurlar ile toplumsallaşır. Toplumsallaşma, bireyin bulunduğu toplumun değer, kültür ögeleri ve normlarını içselleştirmesi şeklinde tanımlanabilir. Parsons, aile ve okulu kişinin toplumsallaşmasında önemli iki kurum olarak görmektedir. Bu kurumlar sayesinde bireyin ne yapıp ne yapmaması gerektiği ona öğretilir, uyacağı kural ve normlar bireye aşılanır.

Buraya kadarki açıklamalardan anlaşılacağı üzere toplumsal sistemin dengede olması ve bu dengenin sürekliliği içinde bulunan bireylerin kural ve normlara uyması, toplumun değer yargılarına karşı gelmemesi ile sağlanacaktır. Ancak birey toplumsal olduğu kadar psikolojik bir varlık olup biyolojik özelliklere de sahiptir. Kurallara uymayarak kendinden beklenen rolü yerine getirmediği durumlarda dengenin kaybolmasına ve düzensizliğe neden olacaktır. Parsons, dengeyi bozacak her türlü davranışı “sapma” kavramı ile açıklamaktadır. Bu bakımdan hafif bir yaptırımı gerektirecek aykırı bir eylem sapma olarak algılanırken kitlesel bir yıkıma neden olabilecek bir eylem de aynı şekilde sapma olarak algılanmaktadır.

Dengenin bozulması istenmeyen durum olduğundan onu bozacak her eylemin önüne geçilmelidir. Bu durum yukarıda bahsedilen “toplumsallaşma” ve “sosyal denetim” mekanizmaları ile sağlanabilir. Sosyal denetim, bireyin sapkın davranışta bulunması neticesinde dengenin bozulmasına sebebiyet verebileceğinden onun bu eylemine karşılık yaptırımların uygulanması mekanizmasıdır. Yaptırımlar kamu hayatının düzen ve istikrarını sağlama görevi üstlenen kolluk vasıtası ile uygulanacaktır. Kolluk kuvvetleri, mahkemeler ve diğer adli makamlar sosyal denetim unsurları olarak dengenin bozulmasına yönelik eylemlerin karşılığında bireye ceza verilmesini sağlar.

Eleştiriler

Parsons’ın kuramına yapılan eleştiriler onun toplumu bir denge hali ve düzen içinde görmesi nedeniyle ani ve büyük değişimleri açıklayamaması, bireyin toplumsallaşma sürecinde pasif olarak yer alması, toplum değerlerinin topluma bağlılığı sağlayan araç olması nedeniyle toplumun muhafazakar bir yapıda olması bu nedenle de bireyin toplumu etkilemesinin göz ardı edilmesi gibi konular üzerinedir (Slattery, 2012).

Denge, Parsons’ın kuramının en önemli unsurlarından biri olup, bu dengenin devamlılığı bireylerin toplumsal değerlere bağlılığıdır. Bu bağlılık toplumsallaşma sürecinde değer ve normların içselleştirilmesiyle sağlanmış olacaktır. Böylelikle değerler bireylerin kişisel çıkar, arzu ve isteklerinin üstünde bir yerde bulunmakta ve kişisel isteklerin toplum değerlerine feda edilmesi görünümü verilmektedir. Dolayısıyla bu durum, Parsons’ın kuramında bireyselliğin köreltilmesi şeklinde yorumlanabilir. Her ne kadar Parsons bireyin iç motivasyonlara sahip olduğunu göz ardı etmese de toplumsal değerlerin varlığı ve bu değerlere olan inanmışlık ve bağlılık düzenin devam etmesinin temel gereksinimi olduğundan bireysel hedefler önemsiz görünmektedir. Başka bir ifadeyle birey içselleştirmesi gereken toplumsal değerler nedeniyle edilgen bir konuma sahiptir. Bireylerin kitleler ile etkileşime geçerek onları kendi amaçlarına doğru yöneltebileceği veya bu yolla reformist hareketler oluşturabileceği unutulmamalıdır. Bu açıdan, düzenin sağlanması nispeten muhafazakar bir toplum yapısı ile mümkün olabilecektir.

Kaynaklar

Poloma, M. M. (2012). Çağdaş Sosyoloji Kuramları. (Çev. Hayriye Erbaş). (Beşinci Baskı). Ankara: PalmeYayıncılık. (Eserin orijinali 1982’de yayımlandı), 170

Wallace, R. A. ve Wolf, A. (2013). Çağdaş Sosyoloji Kuramları: Klasik Geleneğin Genişletilmesi. (Çev. Leyle Elburuz, M. Rami Ayas). (Beşinci Baskı). Ankara: Doğubatı Yayınları, 60-65

George, R. (2012). Modern Sosyoloji Kuramları. (Çev. Himmet Hülür). Ankara: De Ki Basım Yayın. (Eserin orijinali 2000’de yayımlandı), 104-109

Slattery, M. (2012). Sosyolojide Temel Fikirler. (Çev. Özlem Balkız, Gülhan Demiriz, Hacer Harlak, Cevdet Özdemir, Şebnem Özkan). (Beşinci Baskı). Ankara: Sentez Yayıncılık. (Eserin orijinali 1991’de yayımlandı), 379-80

Rudolf, R. (2012). Sosyolojik Paradigmalar. (Çev. Necmeddin Doğan). (Birinci Baskı). Ankara: Küre Yayınları. (Eserin orijinali 2001’de yayımlandı), 114.

http://eogrenme.anadolu.edu.tr/eKitap/SOS202U.pdf - (Modern Sosyoloji Tarihi, 2011)


[1] http://eogrenme.anadolu.edu.tr/eKitap/SOS202U.pdf - (Modern Sosyoloji Tarihi, 2011), s.20


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder