Kısa
Yaşam Öyküsü
Talcott Parsons (1902-1979) genellikle Amerika’da bir ölçüde İngiliz sosyolojisinde 1940-50 arası egemen olan yapısal-işlevselciliğin kurucusu olarak kabul edilir. Colorada Springs’te doğdu. Babası bir cemaat papazıdır. 1924’te Amherst College’dan lisans derecesi aldı ve London School of Economics’te (1924-25) ve Heidelberg Üniversitesi’nde (1925-26) lisansüstü eğitim aldı. 1926’dan itibaren ölene kadar Harvard’da kaldı. Merton, Garfinkel, Kingsley Davis, Neil Smelsler gibi tüm bir lisansüstü öğrenciler nesline ilham kaynağı oldu.
Eserleri: Sosyal Eylemin Yapısı (1939),
Genel Bir Sosyal Eylem Teorisine Doğru (1951), Toplumsal Sistem (1951),
Toplumlar: Evrimci ve Karşılaştırmalı Perspektifler (1966). Özellikle
“Toplumsal Sistem (1951)” eseriyle Amerikan sosyolojisinde hakim figür haline
geldi. 1960’lardan sonra kuramı çokça eleştiri alsa da 1980’lerden itibaren birçok
sosyolog Parsons’ın fikirleri üzerine artan bir şekilde tekrardan ilgi
gösterdi.
Giriş
Yapısal-işlevselciliğin öncüsü olan
Parsons’ın düşüncelerinin kaynağını klasik dönem sosyologları olan Weber, Durkheim,
Spencer, Comte ve Pareto’da aramak gerekir. Parsons bu sosyologların ortaya
koyduğu kavramları birleştirerek kendi kuramlarını geliştirmiştir. Parsons’ın
aşağıda bölümler halinde inceleyeceğimiz düşüncelerini anlatırken klasik dönem
sosyologlarından nasıl etkilendiğine de değineceğiz. Parsons’ın yapısal-işlevcilikle
özdeşleşmesi bazı klasik dönem sosyologlarınca ifade edilen işlevselciliğin
ötesine geçerek “sistem” kavramı ile işlevselciliği birleştirmesi ve toplumsal
yapıların açıklanmasına önem vermesinden kaynaklanmaktadır. Parsons toplumsal
yapıların birbirleriyle olan ilişkilerini açıklarken makro bir bakış açısına
sahiptir. İşlevselcilik, Comte ve Durkheim’da bütünü oluşturan parçaların
birbirleri ile ilişki halinde ve koordineli şekilde hareket etmesi ve bu sayede
bütünselliğin bozulmaması, her parçanın kendinden beklenen işlevi yerine
getirerek bütünün devamlılığının sağlanması olarak ifade bulmaktadır. Parsons
geliştirmiş olduğu sistem kuramıyla sistem ve işlevselciliği toplum
çözümlemesinde kullanmaktadır.
Eylem
Kuramı ve Kalıp Değişkenler
Her ne kadar birey içinde yaşadığı ve
değerlerini paylaştığı toplumun bir üyesi olsa da tamamen sadece toplumun değer
yargılarına bağlı değildir. Diğer tüm insanlardan ve toplumun kendi varlığından
ayrı bir şekilde kişilik sahibi olması nedeniyle onun kendi adına yapmak veya
elde etmek istediği bir şeylerin olması gayet doğal bir durumdur. Birey, varmak
istediği hedefine yönelik eylem gerçekleştirirken içinde bulunduğu toplumun
normları ile kendi iç motivasyonu arasında etkileşim gerçekleşir. Dolayısıyla birey
amacına ulaşırken büyük bir serbesti içinde değil, toplumun mevcut kurallarına
uyarak hareket etmek zorundadır. Toplumun sahip olduğu değer ve normları kabul
etmişliği kendinden beklenen rolü yerine getirerek amacına ulaşacaktır.
Parsons, klasik dönem sosyologlarından
Max Weber’in modern toplumlar için öngördüğü eylem tipi olan rasyonel eylem
tipini temel alarak, bireyin arzuladığı hedefe ulaşmasında kendi istekleri ve
toplumun beklentileri arasında etkileşime vurgu yapar. Birey kendi istekleri
doğrultusunda amacına ulaşırken toplumsal koşulları hesaba katmak durumundadır.
Toplumsal değerlerin varlığı bireyi kendinden beklenen rolü yerine getirmeye
zorlamaktadır. Ancak kendi içinden gelen şahsi istekler ve toplumsal koşullar
arası birey ne ölçüde denge kuracağına karar vererek amacına ulaşmak ister.
Dolayısıyla birey toplumsal koşulları değerlendirerek bir karar verme
durumundadır (Richter, 2012). Parsons, kuramında bu gibi durumlarda bireyin
neye karar vermesinde yol gösterecek alternatif seçenekler - kalıp değişkenler
- sunmaktadır.
Esasen Parsons’ın kalıp değişkenleri iki
ayrı kategoriye ayırmasında Tönnies ve Durkheim’dan etkilendiği görülmektedir. Tönnies
ilkel, aileler ve akrabalar arası sıkı bağların bulunduğu ve bireyselliğin
mevcut olmadığı toplulukları “gemeinschaft” olarak adlandırırken, sanayileşmiş
toplumları ise “gesellschaft” olarak adlandırmaktadır. Benzer şekilde Durkheim
ortak değerlere olan bağlılığın güçlü olduğu sanayi öncesi toplumlarda mekanik
dayanışmanın, modern toplumlarda ise organik dayanışmanın mevcudiyetini dile
getirmiştir. Parsons, kalıp değişkenleri kategorize ederken benzer bir ikili
ayrımda bulunmaktadır. Kalıp değişkenler şunlardır: Nitelik-Başarı,
Yaygınlık-Özgüllük, Duygusallık-Tarafsızlık, Özellik-Evrensellik ve
Birliktelik-Kişisel Çıkar. Nitelik-Başarı (Performans) kalıp değişkeninde
nitelik, doğuştan gelen bireysel özelliklere işaret ederken, başarı ise dil,
din, ırk veya cinsiyet gibi unsurlar dışarıda bırakılarak kendi çaba ve
çalışmaları ile kazanımları ifade eder. Yaygınlık-Özgüllük ise karşılaşılan
duruma özgü ya da genel bir değerlendirme yapılıp yapılmaması ile ilgilidir.
Özgüllük, muhatap olunan işle alakası olmayan tüm davranışların dışarıda
tutulması demektedir. Karşılaşılan durumdan duygusal anlamdan bir beklenti veya
tatmin olma bekleniyorsa duygusallık, aksi halde ise tarafsızlık tercih
edilecektir. Evrensellik, kabul görmüş genel kurallara göre hareket etme olarak
anlaşılırken, özellik bireyle olan hususi bağlar veya aidiyeti bulunduğu grup
dolayısıyla tercih edilmeyi gerektirir. Son olarak Birliktelik-Kişisel Çıkar
değişkeni içinde bulunulan topluluğun çıkarlarına mı yoksa kişisel menfaatlere
göre mi hareket edilmesinde verilecek tercihe ilişkindir (Wallace ve Wolf, 2013).
Kalıp değişkenlerde önce gelenlerin daha
çok geleneksel toplumlarda, sonra gelenlerin ise daha çok sanayi sonrası modern
toplumlarda görülmesi Parsons’ın Durkheim ve Tönnies’in tipolojisinden etkilendiğinin
açık göstergesidir. Kalıp değişkenler sınıflandırılmalarına göre sadece
geleneksel veya modern toplumlarda görülmemektedir.
Eylem
Sistemi ve Sistem Kuramı
Parsons’ın düşüncelerinin temelini
şekillendiren Durkheim, Spencer, ve Comte biyoloji bilimi temelli organimazcı
yaklaşımı benimsemektedir. Buna göre toplumlar da biyolojik organizmalar gibi
bir bütün halindedir ve daha basit ve alt yapılardan meydana gelmektedir. Bu
yapılar aynı organizmada olduğu gibi karşılıklı bağımlılık içerisindedir ve
bütünlük oluşturma özelliklerini korurlar. Toplumsal yapıyı oluşturan basit ve
alt yapılar zamanla farklılaşıp gelişseler de toplumun bütünlüğü aynı canlı bir
organizmada olduğu gibi korunacaktır. İnsan bedenindeki organlar gibi toplumda
da yapılar bulunmaktadır ve her organın farklı işlevi olduğu gibi de toplumsal
yapıların farklı işlevleri bulunmaktadır. Canlı organizma denge halindedir
ancak sürekli değişim gösteren bir çevre içerisinde olduğundan meydana gelen
değişimlere uyum sağlayarak dengesini korumaya çalışmaktadır. Biyoloji eğitimi
almış olan Parsons’ın ortaya koyduğu düşüncelerde bu bilimin etkisi
görülmektedir. Burada karşımıza çıkan önemli nokta “denge” kavramıdır.
Parsons’ın düşüncelerinde diğer önemli
bir nokta ise “sistem” kavramıdır. Ona göre tüm yaşayan sistemler birtakım
gereksinimleri/işlevleri yerine getirmek zorundadır. Aksi halde sistemin
devamlılığı mümkün olmayacaktır (Poloma, 2012). Yukarıda bahsedilenler de
dikkate alındığında “sistem” uyumluluk sergilediğinde “denge” halinde
olmaktadır. Toplumsal sistem denge halinde olma eğilimine sahip olarak çevresel
etki ve değişimlere göre alt yapılarında oluşan değişikliklerle dengesizliğe
uğrayacak olsa da tekrar denge kurmaya yönelecek ve uyumlu bir bütün haline
gelecektir
Parsons’ın her sistemin yerine
getirmesini gerektiğini belirttiği dört işlev şunlardır: Uyum (Adaptation-A), amaca
ulaşma (Goal Attainment-G), bütünleşme (Integration-I) ve gizli kalıbı/örüntüyü
koruma (Latent Pattern Maintenance-L). AGIL, Parsons tarafından ortaya koyulan
dört eylem sistemi üzerinde ve daha alt sistemlerde kullanılır. Dört eylem
sisteminden ilki olan “toplumsal sistem” birbirleriyle temas halinde olan
birçok birey ve yapı ile onların etrafında olan çevreye dayanır. Parsons, daha
çok statü ve rol kavramları üzerinde durarak yapısal yöne vurgu yapar. Statü toplum
içinde bulunulan konum iken, rol o konumda bulunmanın gereği olarak yerine
getirilmesi gereken davranış ve yapılması gerekenlerdir. Böylelikle toplumsal
sistem bütünleşmeyi (I) sağlamaktadır. Toplumsal sistemin iki önemli kavramı
olan “toplumsallaşma” ve “sosyal kontrol” aşağıda toplum örneğinde
açıklanacaktır. “Kültürel sistem” toplumsal değerlerin, inançların ve normların
bireylerce kabulünü ve benimsenmesini sağlayarak gizli kalıbın (L) korunmasını
devam ettirir. “Kişilik sistemi”, toplumsal ve kültürel sistemin etkisi altında
kalmasına rağmen bireyin kendi deneyimleri ve organizması olması nedeniyle ayrı
bir sistem haline gelir. Kişiliği oluşturan temel bileşen olarak toplumsal
çevrenin biçimlendirdiği ihtiyaç eğilimleri üzerinde duran Parsons buna rağmen
doğal olarak var olan güdüleri yok saymış değildir. Kişilik sistemi kaynakların
kullanımı ile tanımlanan amaçlara ulaşma işlevini (G) yerine getirmektedir. Son
olarak “davranışsal organizma” genetik özelliklere sahip insanı kastederek
çevreyle uyumu (A) sağlar (Ritzer, 2012).
AGIL, tüm sistemlere uygulanabilir
nitelikte ortaya koyulmaktadır. “Toplumsal sistem” eylem sisteminin
parçalarından biridir. Toplum ise toplumsal sisteme bir örnektir. AGIL’ın
topluma uyarlaması ise Parsons tarafından açıklanmaktadır[1]. Buna
göre, her toplum gerek bireysel gerekse toplumsal ihtiyaçların karşılanması amacıyla
kaynak üretimine, dağıtımına ve dışarıdan sisteme kaynak girdisine gereksinim
duymaktadır. Bu bakımdan uyumun devam ettirilmesi için ekonomik sistem
gereklidir. Toplum belli bir hedefi gerçekleştirmek adına önceliklerini
belirleyerek çaba gösterme durumundadır. Amaçlara ulaşılması ve bu süreçte
izlenecek yolun belirlenmesi siyasal kurumların oluşumuyla mümkündür.
Bütünleşme ise, toplumu meydana getiren yapılar ve bireyler arası uyumun nasıl
sağlanacağı ile ilgilidir. Başka bir anlatımla, sistemin denge durumunun devam
ettirilmesi için olması gereken düzenin yürütülmesi bütünleşmeyi ifade
etmektedir. Bu bakımdan bütünleşme bireylere uyma zorunluluğu getiren
kuralların olması ile mümkün olabilecektir. Son olarak aile, din ve okul gibi
toplumsal kurumlar aracılığıyla toplumsal kural ve normların bireyler
tarafından benimsenmeleri sağlanacak ve bu sayede bireylerin toplumsal dengeyi
bozacak hareket ve davranışlarda bulunmasının önüne geçilecektir (Wallace ve
Wolf, 2013). Diğer bir ifadeyle gizli
kalıbı/örüntüyü devam ettirme işlevinin yerine getirilmesi bireylerin kurallara
kendilerini uymak zorunda hissetmeleri ve ona göre davranmaları, toplumsal
değerleri hesaba katarak kendinden beklenen davranış ne ise onu
gerçekleştirmeleriyle sağlanmış olur.
Parsons toplumsal sistemin yerine
getirmek zorunda olduğu dört işlevi açıklamasında özellikle Durkheim’dan
etkilenmiştir. Durkheim, bireylerin toplumun değer yargılarına ve toplumun
kendilerinden beklediklerine göre hareket etmeleri ile toplumsal dengenin
sağlanacağını ifade eder.
Parsons, bireyin toplumsal kurallara
uyarken kendine ait varlığını inkar etmez. Bireyin norm ve değerlere uygun
hareket etmesi ve onları çiğnememesi, onun hiç çıkar gözetmeyen ve toplumun
hedefleri dışında kendine ait hedefleri olmayan bir varlık olduğu anlamına
gelmemektedir. Burada değinilmesi gereken nokta bireyin toplumun ondan
beklediği gibi davranmasının nasıl sağlanacağıdır. Parsons, bu sorunu “toplumsallaşma”
kavramı ile çözüme kavuşturmaktadır. Birey doğumundan itibaren başta aile olmak
üzere, dinsel öğretiler, akraba çevresi, okul hayatı gibi unsurlar ile
toplumsallaşır. Toplumsallaşma, bireyin bulunduğu toplumun değer, kültür
ögeleri ve normlarını içselleştirmesi şeklinde tanımlanabilir. Parsons, aile ve
okulu kişinin toplumsallaşmasında önemli iki kurum olarak görmektedir. Bu
kurumlar sayesinde bireyin ne yapıp ne yapmaması gerektiği ona öğretilir,
uyacağı kural ve normlar bireye aşılanır.
Buraya kadarki açıklamalardan
anlaşılacağı üzere toplumsal sistemin dengede olması ve bu dengenin sürekliliği
içinde bulunan bireylerin kural ve normlara uyması, toplumun değer yargılarına
karşı gelmemesi ile sağlanacaktır. Ancak birey toplumsal olduğu kadar psikolojik
bir varlık olup biyolojik özelliklere de sahiptir. Kurallara uymayarak kendinden
beklenen rolü yerine getirmediği durumlarda dengenin kaybolmasına ve
düzensizliğe neden olacaktır. Parsons, dengeyi bozacak her türlü davranışı
“sapma” kavramı ile açıklamaktadır. Bu bakımdan hafif bir yaptırımı
gerektirecek aykırı bir eylem sapma olarak algılanırken kitlesel bir yıkıma
neden olabilecek bir eylem de aynı şekilde sapma olarak algılanmaktadır.
Dengenin bozulması istenmeyen durum olduğundan onu bozacak her eylemin önüne geçilmelidir. Bu durum yukarıda bahsedilen “toplumsallaşma” ve “sosyal denetim” mekanizmaları ile sağlanabilir. Sosyal denetim, bireyin sapkın davranışta bulunması neticesinde dengenin bozulmasına sebebiyet verebileceğinden onun bu eylemine karşılık yaptırımların uygulanması mekanizmasıdır. Yaptırımlar kamu hayatının düzen ve istikrarını sağlama görevi üstlenen kolluk vasıtası ile uygulanacaktır. Kolluk kuvvetleri, mahkemeler ve diğer adli makamlar sosyal denetim unsurları olarak dengenin bozulmasına yönelik eylemlerin karşılığında bireye ceza verilmesini sağlar.
Eleştiriler
Parsons’ın kuramına yapılan eleştiriler onun toplumu
bir denge hali ve düzen içinde görmesi nedeniyle ani ve büyük değişimleri
açıklayamaması, bireyin toplumsallaşma sürecinde pasif olarak yer alması,
toplum değerlerinin topluma bağlılığı sağlayan araç olması nedeniyle toplumun
muhafazakar bir yapıda olması bu nedenle de bireyin toplumu etkilemesinin göz
ardı edilmesi gibi konular üzerinedir (Slattery, 2012).
Denge, Parsons’ın kuramının en önemli unsurlarından
biri olup, bu dengenin devamlılığı bireylerin toplumsal değerlere bağlılığıdır.
Bu bağlılık toplumsallaşma sürecinde değer ve normların içselleştirilmesiyle
sağlanmış olacaktır. Böylelikle değerler bireylerin kişisel çıkar, arzu ve
isteklerinin üstünde bir yerde bulunmakta ve kişisel isteklerin toplum
değerlerine feda edilmesi görünümü verilmektedir. Dolayısıyla bu durum,
Parsons’ın kuramında bireyselliğin köreltilmesi şeklinde yorumlanabilir. Her ne
kadar Parsons bireyin iç motivasyonlara sahip olduğunu göz ardı etmese de
toplumsal değerlerin varlığı ve bu değerlere olan inanmışlık ve bağlılık
düzenin devam etmesinin temel gereksinimi olduğundan bireysel hedefler önemsiz
görünmektedir. Başka bir ifadeyle birey içselleştirmesi gereken toplumsal
değerler nedeniyle edilgen bir konuma sahiptir. Bireylerin kitleler ile
etkileşime geçerek onları kendi amaçlarına doğru yöneltebileceği veya bu yolla
reformist hareketler oluşturabileceği unutulmamalıdır. Bu açıdan, düzenin
sağlanması nispeten muhafazakar bir toplum yapısı ile mümkün olabilecektir.
Kaynaklar
Poloma, M. M. (2012). Çağdaş Sosyoloji Kuramları. (Çev. Hayriye Erbaş). (Beşinci Baskı). Ankara: PalmeYayıncılık. (Eserin orijinali 1982’de yayımlandı), 170
Wallace, R. A. ve Wolf, A. (2013). Çağdaş Sosyoloji Kuramları: Klasik Geleneğin Genişletilmesi. (Çev. Leyle Elburuz, M. Rami Ayas). (Beşinci Baskı). Ankara: Doğubatı Yayınları, 60-65
George, R. (2012). Modern Sosyoloji Kuramları. (Çev. Himmet Hülür). Ankara: De Ki Basım Yayın. (Eserin orijinali 2000’de yayımlandı), 104-109
Slattery, M. (2012). Sosyolojide Temel Fikirler. (Çev. Özlem Balkız, Gülhan Demiriz, Hacer Harlak, Cevdet Özdemir, Şebnem Özkan). (Beşinci Baskı). Ankara: Sentez Yayıncılık. (Eserin orijinali 1991’de yayımlandı), 379-80
Rudolf, R. (2012). Sosyolojik Paradigmalar. (Çev. Necmeddin Doğan). (Birinci Baskı). Ankara: Küre Yayınları. (Eserin orijinali 2001’de yayımlandı), 114.
http://eogrenme.anadolu.edu.tr/eKitap/SOS202U.pdf - (Modern Sosyoloji Tarihi, 2011)
[1]
http://eogrenme.anadolu.edu.tr/eKitap/SOS202U.pdf
- (Modern Sosyoloji Tarihi, 2011), s.20
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder