Pierre Bourdieu
Babası bir devlet memuru olan orta alt sınıf bir aileye mensup Pierre Bourdieu 1930 yılında Fransa’da doğdu. Durkheim ile aynı okuldan mezun olan Bourdieu Fransız toplumbilimciler arasında en çok tanınandır. Kendi çevresi olmasa da Paris’in siyaset ve iş dünyasındaki seçkin çevreleri incelemiştir. 2002 yılında hayatını kaybetmiştir.
Bourdieu üç temel sermaye tipi olduğunu savunur: ekonomik, toplumsal ve kültürel. Bunlardan ilki olan ekonomik sermaye kaynaklara egemendir. İkincisi ise ilişkilere egemendir. Toplumsal sermaye, insanların belki aile belki de mezun oldukları okul dolayısıyla toplumsal konumları yüzünden kullanabilecekleri etki ve destek ağları olarak ifade edilebilir. Bourdieu’nun en çok önem verdiği kültürel sermaye ebeveynler tarafından çocuklara aktarılır. Özellikle kültürel sermayenin nasıl eğitimsel anlamda yararlara dönüştüğü ile ilgilenen Bourdieu ayrıcalıklı ailelerden gelenlerin, eğitim sistemini içinde kolayca başarılı olabilecekleri rahat ve alışık oldukları bir yer haline getiren tavır alış ve bilgilere özellikle de kültürel bilgilere sahip olduğunu belirtir. Bourdieu’ya göre eğitimsel başarı için kültürlenmiş bir davranışlar bütününe ihtiyaç vardır. Yükseköğrenime, iş görüşmelerine veya yönetim kurulu salonlarına bireyleri hazırlayan şey budur. Üst ve orta sınıf ailelerin çocukları bu davranışları öğrenmişler, işçi sınıfından yaşıtları öğrenememiştir. Sonuçta ayrıcalıklı olanlar eğitim sistemi içinde başarılı olmuşlardır ve aileleri meşru ve görünüşe göre dürüstçe, kendilerinin sınıf durumunu kuşaktan kuşağa yeniden üretebilmiştir (Wallace ve Wolf, 2013: 165-66). Richter (2012: 192) belirttiği üzere, Bourdieu klasik Marxist kuramı modern kültür sosyolojisi araştırmaları ile birleştirmiş, ekonomi temelli sınıf kavramına kültürel bir boyut kazandırmıştır.
Ekonomik sermaye para, mal ve mülk gibi maddi kaynaklardan oluşur. Kültürel sermayede ise belirleyici olan eğitimdir. Bu, ailenin yanı sıra okulda da verilir. Toplumsal sermaye ise insanın kullanabildiği toplumsal ilişkilerinden ibarettir. Bu sermayelerin toplum içindeki dağılımından farklı hayat tarzları ortaya çıkar. İnsanlar toplumda bu sermayelere farklı derecelerde hükmeder. Yatırımcılar daha çok ekonomik, entelektüeller kültürel, siyasetçilerde toplumsal sermayeye sahiptir.
Bu bağlamda, Bourdieu’nun kuramının bir sınıfın kendi kendini nasıl yeniden ürettiği ve ayrıcalıklarını bir sonraki kuşağa nasıl aktardığıyla ilgili olduğu görülmektedir. Örneğin, Bourdieu Fransız seçkinini eğiten ve birçok devlet adamı yetiştirmiş olan bir okul üzerine yaptığı çözümlemede, büyük rekabete dayalı sınavlarda başarılı olan öğrencilerin giderek artan bir oranla meslek sahibi ve üst sınıf ailelerden geldiğini ifade etmektedir.
Eğitim kurumları temel sınıf atlama kanallarıdır. Bu kanal aracılığıyla yüksek toplumsal statülere ulaşılır ve entelektüel gelişimin yanında para kazanma imkânları da oluşur. Fakat bu eğitim kurumları Bourdieu’nun gösterdiği gibi elitler tarafından kontrol edilir.
Toplumsal gruplar belli bir biçime dayanır ve belli bir zevke sahiptir. Tarz veya beğeni olarak ifade edilen şey Bourdieu’da habitus kavramı ile anlatılmaktadır. Habitus, yaşam tarzlarını belirleyen şey olmanın yanında yapılanabilen ve yapılanmış bir prensiptir. Bu bir yandan verili olan biryandan da biçimlendirilebilen anlamına gelmektedir ve aynı zamanda Bourdieu’nun toplumsallaşma kuramıdır. Bir birey belirli bir toplumsal grubun üyesi olarak doğar ve o gruba özgü kabuller ve yargılarla biçimlendirilir (Richter, 2012: 194). Habitus, insanların toplumsal dünyayla ilgilenmelerine aracı olan “zihinsel veya bilişsel yapılar”dır. Bir habitus, toplumsal dünya içinde uzun süre bir konumda bulunmanın sonucu olarak elde edilir. Bu nedenle habitus birinin dünya içindeki konumuna bağlı olarak değişir. Dolayısıyla herkesin aynı habitusu yoktur. Bununla birlikte toplumsal dünya içinde aynı konumda bulunanların benzer habituslara sahip olma ihtimali vardır. Ayrıca habitus, insanların seçim yapmalarına ve toplumsal dünyada kullanacakları stratejileri seçmelerine aracı olan ilkeleri sağlar. Habitusun ve onun işleyişinin bilincinde olmadığımız halde o kendisini, yeme, içme, yürüme, konuşma gibi en pratik etkinliklerimizde gösterir (Ritzer, 2012: 398-99).
Bourdieu “toplumsal mekan içinde bir yer işgal etmek veya toplumsal mekan içinde bir birey olmak, farklılaşmak, farklı olmaktır…o kendisinin farklılıklar ortaya koymasına, fark etmesine, ayırt etmesine olanak veren, sınıflandırma şeması olan, belirli bir tat alma biçimi olan algılama kategorilerine sahip olur” (Bourdieu, 1998: 9 akt. Ritzer, 2012: 403). Bu nedenle, örneğin büyük bir piyanoya sahip olmayı seçen biri, bir akordiyon tercih edenden farklıdır. Bir seçim (piyano) farklılığı hak ederken diğerinin (akordiyon) bayağı olarak değerlendirilmesi bir bakış açısının egemenliğinin sonucudur (Ritzer, 2012: 403).
Bu perspektifte, tüketim olgusu açısından baktığımızda Bourdieu’nun amacının diğer şeyler arasında tüketim mallarının, yenilen yemeklerin, bunların sunulma biçimlerinin, ev eşyaları ve iç dekorasyonun belirli gruplar özellikle de sosyo-ekonomik sınıflar tarafından farklı yaşam tarzlarını belirginleştirmek ve kendilerini değerlendiren ayırt etmek için nasıl kullanıldığının analizini yapmak olduğu söylenebilir. O halde tüketim, bir dizi özerk ekonomik etken sonucunda yerleşmiş olan farklılıkları ifade etmeye değil, sosyal gruplar arasında farklılıklar oluşturmaya yarayan bir toplumsal ve kültürel uygulamalar dizisi olarak kabul edilir. Bourdieu, eğitim ve sanatı modern kapitalist toplumlarda tüketimin bir parçası olarak görmektedir. Burada tüketim unsurları olarak görülebilecek şeyler, bir roman alıp okumak, tablolar satın almak, tiyatro veya sinemaya gitmek, spor karşılaşmalarına veya konsere gitmektir. Bu etkinlikler için yalnızca para ve zaman harcamak yeterli değildir. Özel estetik zevkler ve hatta spor etkinlikleri bile bir dizi sonradan kazanılmış zevkler edinmeyi gerektirir. Modern toplumlarda, bu tür zevkler, bir kültür aktarımının önemli bir biçimi haline gelen eğitim ortamlarında yaratılmak, geliştirilmek ve zenginleştirilmek zorundadır (Bocock, 2009: 68-73).
Bunları değerlendirdiğimizde, her ne kadar üst sınıfın gelirinin orta sınıfın gelirine göre daha yüksek olduğu görülse de Bourdieu’ya göre, tüketim kalıplarını etkileyen şey, tek başına gelir değil, onunla birlikte ailenin kültür ve sembolik değerleridir.
Featherstone’nun (2013: 157) ifade ettiği gibi Bourdieu’ya göre kültürel mallardaki beğeni, sınıfsal bir damga işlevi görmektedir. Bourdieu, müze ziyareti, konsere gitme ve okuma gibi yüksek kültür pratiklerinin yanı sıra hayat tarzları ve tüketim tercihlerinde (yiyecek, içecek, giysi, otomobil, spor, roman, dergi, tatil, hobi) meşru beğenilerin toplumsal alanının haritasını yapmaya çalışmaktadır.
Bourdieu, büyük iş sahibi olan ebeveynlerin çocuklarına mevki sağlamanın bir yolu olarak sermayelerini eğitimsel sermayeye dönüştürmedikleri ve diğer taraftan işçi çocuklarının denetleyici mevkilere çıkmalarında eğitimin yardımcı olabildiği gibi nedenler üzerinden eleştirilmektedir (Wallace ve Wolf, 2013: 172).
Kaynaklar
Featherstone, M. (2013). Postmondernizm ve Tüketim Kültürü. (Çev. Mehmet Küçük). (Üçüncü Baskı). İstanbul: Ayrıntı Yayınları, (Eserin orijinali 1991’de yayımlandı)
Bocock, R. (2009). Tüketim. (Çev. İrem Kutluk). (3. Baskı). Ankara: Dost Kitabevi, (Eserin orijinali 2000’de yayımlandı)
Ritzer, G. (2012). Modern Sosyoloji Kuramları. (Çev. Himmet Hülür). Ankara: De Ki Basım Yayın. (Eserin orijinali 2000’de yayımlandı)
Richter, R. (2012). Sosyolojik Paradigmalar. (Çev. Necmeddin Doğan). (Birinci Baskı). Ankara: Küre Yayınları. (Eserin orijinali 2001’de yayımlandı)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder