Kısa
Hayat Hikâyesi ve Eserleri
1929 yılında Almanya’da doğan Habermas Göttingen, Bonn ve Marbung Üniversitelerinde ve ayrıca 1950’li yıllarda Frankfurt Okulu ve eleştirel teorinin merkezi olan Toplumsal Araştırmalar Enstitüsünde eğitim gördü. 1940’lar Almanya’sında yaşayan bir genç olarak Habermas Nuremberg Davaları ve Nazi vahşeti karşısında büyük bir dehşete kapıldı. Fakat o, neo-Marksizm, eleştirel teori ve radikal politikaya Theodor Adorno ve Frankfurt Okulu’nun diğer önde gelen üyelerinin yanında asistan olarak çalışırken yöneldi. Habermas 1960’ların radikal öğrencilerinin belirli ölçüde güçlü bir destekçisi oldu ve halen Amerika ve Avrupa’da birçok sol kanat sosyal ve entelektüel hareketle güçlü bağlarını sürdürmektedir. Eserleri şunlardır: Rasyonel Bir Topluma Doğru (1970), Bilgi ve İnsani İlgiler (1968), Meşruiyet Krizi (1973) ve İletişim ve Toplumun Evrimi (1979).
Temel
Sosyolojik Yaklaşımı
Klasik düşünürlerin çalışmalarına benzer
büyük boy bir toplum kuramı geliştirmeye çalışan Habermas’ın çalışmaları çok
kapsamlı ve biraz karmaşıktır. Teknolojik ve bürokratik rasyonalitenin
yaygınlaşmasının sömürü ve tahakkümü de beraberinde getirdiğinin farkında olan
Habermas, klasik yazarların çalışmalarıyla büyük boy ve tam kapsamlı bir teori
geliştirmeye çalışır.[1]
Habermas genelde yeni-eleştirel teorinin önde gelen temsilcisi olarak görülür,
ancak onun çalışması sadece Adorno dönemi Frankfurt Okulu’nun ana temalarının
genişletilmiş bir hali değil, aynı zamanda onlardan bir kopuştur. Onun asıl
amacı, aklın insan tarihindeki ilerleyişini, onun geçmişte, hatalar, batıl
inançlar, mitolojiler ve zulme karşı bir silah olarak kullanılışını, günümüzde
gelişmiş kapitalizmin ideolojik egemenliğine hizmet ederek yarattığı tahribatı,
geç kapitalizmde bürokrasi, teknik rasyonalite ve bilimciliğin yayılmasıyla tüm
eleştirileri boğan bir baskı aracına dönüşünü açıklamaktır. Habermas
pozitivizmi ve bu araçsal akılcılığı zayıflatacak ve insanlar arası iletişimi
özgürleştirecek yeni bir bilgi teorisinin geliştirilmesiyle bir kez daha
rasyonel düşüncenin egemen olacağını ve böylece adil ve özgür bit toplumun
ortaya çıkacağını ümit eder (Slattery, 2012: 427).
Habermas’ın
sosyoloji anlayışı postmodern bir yaklaşımı reddetmektedir. O hala modernitenin
sona ermediğini ve henüz tamamlanmadığını ifade etmektedir. Postmodern
kuramcıların büyük anlatıları reddetmesi ve bölme-parçalama anlayışlarının
aksine Habermas büyük kuram anlayışına sahiptir ve postmodernistlerden farklı
olarak rasyonaliteyi savunmaktadır. Diğer taraftan o hem Frankfurt Okulu
teorisyenlerinin hem de postmodern kuramcılarından farklı olarak toplumun
geleceğine umutla bakmaktadır. O, toplumsal yaşamda anahtar öge olarak
iletişimi görmekte ve iletişim etrafında toplumun meydana geldiğini
düşünmektedir.
Temel
Varsayımlar
Habermas’ın bütün çalışmaları insan
etkinliğinin iki ayrı bileşeni arasında yaptığı analitik bir ayrıma dayanır: iş
veya emek (amaçsal-akılcı eylem) ile
sosyal veya sembolik etkileşim (iletişimsel
eylem).[2] Habermas, araçsal eylemin
en temel eylem biçimi olduğunu vurgulayan derinlere kök salmış fikre karşı
çıkarak gerçekte en temel eylem biçiminin iletişimsel
eylem olduğunu belirtir. Çünkü ona
göre, iletişimin gerçek hedefi insanlarla iletişim kurmak istememizdir.
Çevremizdeki insanlarla iletişim kurmak ve onları anlamak istediğimiz için
burada hiçbir içkin egemenlik unsuru yoktur. Aksine Habermas’ın itiraz ettiği
araçsal eylem ise bütün eylemlerimiz çevremizi ihtiyaçlarımıza ve amaçlarımıza
uygun hale getirmeye, bu yüzden esasen, diğer insanlar dâhil, çevremizdeki
şeyleri hâkimiyetimiz, yani kontrolümüz altına almaya yöneliktir (Cuff, 2013:
368-69).
Araçsal eylem, bireyin çevresindeki
insanlar ve nesneleri bir araç olarak kullanıp kendi amaçlarına ulaşmaya
çalışmasını ifade etmektedir. Bu bakımdan kişiler etrafındaki her şeyi bir araç
olarak görüp onları kullanarak bir amaca ulaşmaya çalışırken bu süreç içinde
etkileşim halinde olduğu her şeyi kendi kontrol ve denetimi altına alması
gerektiği düşüncesini benimsemektedir. Birey bu şekilde hareket ettiğinde
araçlar üzerinden amaçlara ulaşılabilecektir. Habermas, bu düşüncenin aksine
insan eyleminin temelinde iletişim olduğunu ve insanın diğerleriyle iletişime
geçme maksadıyla eylem gerçekleştirdiğini savunmaktadır.
Habermas kendi araçsal ve iletişimsel
rasyonalite ayrımını iki farklı toplumsal gerçeklik alanında, yaşam dünyası
(yaşantı dünyası) ve sistem düzeyinde temellendirir. Yaşam dünyası aile, arkadaşlar
ve gönüllü birlikler gibi, iletişimsel eyleme ve paylaşılan değerlerin geliştirilmesine
yönelik etkileşim alanlarını içerir.[3] Yaşam
dünyası insanların, iletişimsel eylem sayesinde, toplumsal hayatın yeniden
üretimi açısından hayati öneme sahip etkinlikler içinde, yani anlayışları
paylaştıkları ve aktardıkları kültür ve davranış örüntüleri içinde yer
aldıkları bir alandır. Yaşam dünyasının inşaları kültürel bilgileri sürdürecek,
eylemlerini koordine edecek bilgilerle donatma, böylece, toplumsal bütünleşme ve
dayanışmayı artırma ve ayrıca bireylere kişisel kimlikler kazandırma gibi
işlevleri vardır (Cuff, 2013: 370). Yaşam dünyası, içinde konuşanın ve
dinleyenin karşılaştığı, onların karşılıklı olarak söyleyişlerinin dünyaya
uyduğuna dair iddialar öne sürdükleri… ve bu geçerlilik iddialarını
eleştirdikleri ve onaylayabildikleri, anlaşmazlıklarını çözüme kavuşturdukları
ve anlaşmalara vardıkları… bir yerdir (Habermas, 1987a: 126’dan akt. Ritzer,
2012: 405). Habermas, yaşam dünyasını günlük hayat pratiklerinin ve dünyevi
tecrübelerin güvenilir zemini olarak kavrar. Yaşam dünyasında kendimize bir yer
açmamızı sağlayan belirli kültürel bir bilgi ediniriz. Bu yaşam dünyasal bilgi
normalde, gündelik yaşamda nasıl davranmamız, belirli rutin eylemleri nasıl
gerçekleştirmemiz gerektiğini ve gündelik dünyanın ertesi gün de aynı olacağını
farkında olmadan öğrendiğimiz için bizim ayırdında olduğumuz bir şey değildir
(Richter, 2012: 94).
Bu bağlamda, yaşam dünyası kişilerin
birbirleriyle birebir ilişkileri, aile, akraba ve dostlarıyla olan ilişkileri
temelinde etkileşimlerin gerçekleştiği bir alana işaret etmektedir. Yaşam
dünyası kişinin toplumsallaşmasını sağladığı gibi ait olunan toplumun kültürel
değerlerinin yeniden üretimini de gerçekleştirmektedir. Bu alan, kişilerin
birbirlerini araç rasyonel eylemde olduğu gibi bir araç olarak görmediği aksine
onlarla sadece insan oldukları için iletişime geçtikleri alandır. Elbette bu
durum, yaşam dünyasının tamamen rasyonel eylem anlayışından arındığı ve bu tür
eylemlerin yaşam dünyasında hiç gerçekleşmediği anlamına gelmemektedir.
Habermas yaşam dünyasının modern,
kompleks bir toplumun devamlılığının sadece bir kısmını sağlayabileceğini öne
sürer. Sistem, araçsal aklın öne çıktığı alandır (Cuff, 2013: 373). Sistem
köklerini yaşam dünyasından almakla birlikte nihayetinde kendi yapısal
özelliklerini geliştiren ve temel olarak ekonomi ve devlet gibi yapılardan
oluşan alandır. Daha açık olarak sistem modern hayatın ekonomik ve
siyasal/bürokratik alanına karşılık gelir. Yani toplumun maddi yeniden
üretiminden sorumlu olan, ağırlıklı olarak araçsal rasyonalite ve onun
etkililik ve hesaplanabilirlik ölçülerinin biçimlendirdiği alandır.[4]
Habermas’ın kullandığı diğer bir kavram
olan meşruiyet krizi ise günümüz
hükümetlerinin yönetimi anarşiye ve kaosa iten gerilimler ve ataklar
yaşadıkları bir dönemi ifade etmektedir. Modern yönetimler seçim sonuçlarına ve
yazılı anayasaya yansıyan halkın iradesini temsil ettiklerini iddia ederler.
Kriz, toplumdaki gerilimlerin sosyal sistemin baş edemeyeceği bir noktaya
ulaştığı ve yakın bir yıkılma tehlikesi içeren bir durumu ifade eder. Meşruiyet
Krizi (1973) eserinde Habermas, gelişmiş kapitalist toplumlardaki bu kriz
dönemlerini ve modern devletin bu tür krizlerle başa çıkarken kapitalist
sistemin meşruluğunu korumayı nasıl başardığını anlamaya ve açıklamaya çalışır.
Geç kapitalist toplumlarda meşruiyet esas olarak ideolojik kontrole, devletin
ve medya gibi kültürel aygıtların insan kitlelerini mevcut sistemin adil,
dürüst, rasyonel ve dolayısıyla meşru olduğuna ikna yeteneklerine bağlıdır.
Rasyonalite günümüzde, geçmiştekinin aksine, sisteme muhalefet etmekten çok ona
hizmet etmektedir; o kapitalist egemenliği meşrulaştırıp pekiştirmekte ve
böylece kapitalizmin devamına ve yeniden üretimine yardımcı olmaktadır (Slattery,
2012: 428-432).
Bu doğrultuda Habermas’ın klasik
Marksist anlayıştan farklı olarak kapitalizmin sadece ekonomik boyutuna değil
kültürel ve ideolojik yanına odaklandığı görülmektedir. Kapitalist sistem
kendini ayakta tutacak meşruiyeti kendi içinden çıkardığı kültürel ve ideolojik
unsurlarla sağlamaktadır. Kitleler sistemin meşru olduğuna, halkın iradesini
yansıttığına ve kendilerinin yönetime katılımlarının sağlandığına inanmaktadır.
Zaten bunun akis bir düşünce sistemin sorgulanmasını ve akabinde krizi meydana
getirecektir. Geleneksel toplumlarda meşruiyet mitolojik ögeler, batıl ve soyut
inançlar üzerinden sağlanırken modern toplumlar rasyonel zihniyet etrafında
kendi yönetimlerini haklı çıkarmakta bunu da ancak halkın desteğini almayla
gerçekleştirmektedir. Ancak Habermas, geç kapitalizm olarak adlandırdığı
dönemde ekonomi, bilim ve teknolojinin tekelci yapısının, adil, meşru ve
rasyonel görünen sistemi meşrulaştırdığını ancak esasında sistemin irrasyonel
olduğunu, insanların kontrol ve denetim altında tutulduğunu belirtmektedir.
Habermas rasyonalitenin sadece insanları bağımlı hale getiren itaatkâr birer
varlık olmalarını ve kapitalizmin sürdürülmesine yardımcı olduğunu kabul
etmekle beraber sadece bu yönü görmenin kısıtlı bir anlayış olduğunu, insanın
özgürleşmesinin ve bağımlılığının sona ermesinin rasyonalite ve aklın gücüyle
sağlanacağını belirtmektedir. Bunun yanı sıra, kapitalizm kendini yıkacak
araçları kendi içinde taşımaktadır. İnsanların farklı konularda (çevre
sorunları, petrol fiyatları, kadın hakları vb.) bir araya gelebilmesinin
kolaylaşması, farklı ülke toplumları arası iletişimin kolaylığı ve hızlı bir
şekilde organize olabilme, internetin bu konuda sağladığı imkânlar gibi
unsurlar ile kitlelerin sistemin meşruluğunun sorgulamasında kendileri
tarafından araç olarak kullanılacaktır.
Toplum
Görüşü
Habermas toplumu hem makro hem de mikro
düzeyde işleyen kompleks bir yapı, yani sistem ve yaşam dünyası olarak
adlandırdığı şeylerin bir bileşimi olarak ele alır. Ayrıca, insanlar uygun
koşullar altında hem özgür bir biçimde davranabildikleri hem de kontrol altına
alınabildikleri, yani eylemleri sistemin ihtiyaçları tarafından belirlendiği
sürece, toplum hem iradecilik hem determinizm içerir (Cuff, 2013: 367).
Habermas toplumun hem yaşam dünyası hem de sistemden oluştuğunu düşünmektedir.
Bu düşüncesinin anlaşılması sömürgeleşme
fikrinin anlaşılması için son derece önemlidir. Her iki kavram daha önceki
tarihte yakından bağlantılı oldukları halde günümüzde onlar arasında artan bir
uzaklaşma vardır. Onun temel ilgisi, modern dünyada sistemin, yaşam dünyası
üzerinde denetim kurma biçimidir. Ona göre sistemin rasyonelleşmesi, yaşam
dünyasının rasyonelleşmesi üzerinde zafer kazanır, bunun sonucunda ise yaşam
dünyası sistem tarafından sömürgeleştirilir (Ritzer, 2012: 407-08).
Araçsal rasyonalitenin etkin olduğu devlet ve
ekonomik düzen Habermas’ın sistem olarak adlandırdığı alanlara işaret
etmektedir. Bürokratik mekanizma ve ekonominin işleyiş insanı manipüle etmekte,
ona ihtiyaçlarını bildirmekte ve yaşam biçimini şekillendirmektedir. Tüm bunlar
rasyonalitenin etkinliğiyle gerçekleşmektedir. Yaşam dünyası iletişim temelinde
meydana gelse de içerisinde rasyonaliteyi barındırmaktadır. Ancak sistem
içindeki rasyonelleşme yaşam dünyasının rasyonelleşmesinden fazla olduğundan,
sistemin yaşam dünyası üzerinde egemen olması ve onu hakimiyeti altına alması söz
konusu olmaktadır. Bu durum ise, temelinde insan olma ve iletişime geçme
amacıyla karşılıklı etkileşimin olduğu yaşam dünyasının bozulmasına ve insanlar
arası iletişimsel eylemin yerini araç rasyonel eyleme bırakmasına neden
olmaktadır. Bürokratik ve ekonomik hayatın ölçülebilir ve hesaplanabilir olması
ve bu temel üzerinde belli kurallar, kalıplar ve prensiplerle yürümesi,
bireylerin bu alanlar içinde iletişim maksatlı eylem gerçekleştirmesinin önüne
geçmektedir. Ne var ki Habermas toplumun sadece sistem veya yaşam dünyasından
meydana gelmediğini, her ikisinin mevcudiyetinin toplum için gerekli olduğunu
belirtmektedir. Habermas’ın deyimiyle sömürgeleşme, sistemin rasyonel
ağırlığının yaşam dünyasında üzerinde tahakküm kurmasının sonucu olarak ortaya
çıkmaktadır.
Kaynaklar
Slattery,
M. (2012). Sosyolojide Temel Fikirler.
(Çev. Özlem Balkız, Gülhan Demiriz, Hacer Harlak, Cevdet Özdemir, Şebnem
Özkan). (Beşinci Baskı). Ankara: Sentez Yayıncılık. (Eserin orijinali 1991’de
yayımlandı)
Richter, R. (2012). Sosyolojik Paradigmalar. (Çev. Necmeddin Doğan). (Birinci Baskı). Ankara: Küre Yayınları. (Eserin orijinali 2001’de yayımlandı)
Ritzer, G. (2012). Modern Sosyoloji Kuramları. (Çev. Himmet Hülür). Ankara: De Ki Basım Yayın. (Eserin orijinali 2000’de yayımlandı)
Cuff, E. F., Sharrock, W. W. & Francis, D. W. (2013). Sosyolojide Perspektifler. (Çev. Ümit Tatlıcan). (Birinci Baskı). İstanbul: Say Sayınları (Eserin orijinali 1979’da yayımlandı. Çevirinin yapıldığı beşinci basımın yayım tarihi: 2006)
[1] Modern Sosyoloji Tarihi (Açık
Öğretim Fakültesi), 2013, İkinci Basım, s. 190
[2] Modern Sosyoloji Tarihi (Açık
Öğretim Fakültesi), 2013, İkinci Basım, s. 190
[3] Modern Sosyoloji Tarihi (Açık
Öğretim Fakültesi), 2013, İkinci Basım, s. 191
[4] Modern Sosyoloji Tarihi (Açık
Öğretim Fakültesi), 2013, İkinci Basım, s. 192
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder