15 Mart 2015 Pazar

Ataerkillik ve Türkiye Örneği

En yaygın anlamda ataerkillik, kadınların, erkeklerin egemenliği ve baskısı altında olması şeklinde bir toplumsal düzenlemeyi ifade eder. Toplumsal yaşamın tüm safhalarında erkeklere ayrıcalık veren toplumsal cinsiyet baskısının bu kalıbı, toplumun örgütlenişi içine en derin ve en yaygın biçimlerde yerleşmiştir. Ataerkillik, başka bir dizi etmenin – biyoloji, toplumsallaşma, cinsiyet rolü ya da sınıf sistemi – amaçlanmamış veya ikincil sonucu değildir. O, güçlü ve kasıtlı niyet tarafından sürdürülen öncelikli bir iktidar düzenlemesidir (Ritzer, 2012: 339).

Bu doğrultuda, ataerkil düzende esas noktanın erkek ve kadın arası bir iktidar mücadelesi olduğu görülmektedir. İki taraf arası bir egemenlik ilişkisinde, egemen olan taraf altta yer alan diğer tarafı denetim ve kontrol altında tutmaktadır. Dolayısıyla, kadınların erkekler tarafından denetlendiği, baskı uygulandığı ve kullanıldığı bir yandan da tüm bunlardan erkeklerin çıkarının olduğu bir iktidar ilişkisi ataerkil düzene işaret etmektedir.

Ataerkil sistem, bir cins olarak toplumda kadınların ezilmesi sonucunu doğuran kurumsal ve kültürel düzenleme ve uygulamaları belirtir ve genel olarak kullanıldığında erkek iktidarını ifade eder. Ancak bu, ataerkil sistemin örgütlenmesinin ve uygulanmasının tarihsel ve kültürel olarak farklılık gösterdiği gerçeğini ortadan kaldırmaz. Ataerkil sistem dendiğinde, yalnızca kadın emeğinin değil, aynı zamanda kadın cinselliğinin, bedeninin ve doğurganlığının denetlendiği bir toplumsal sistem kastedilmektedir. Bu sistemde esas olarak korunan erkek çıkarları olmakla birlikte, sistem, erkeklerin iradesinden bağımsız nesnel bir gerçeklik olarak var olur. Ataerkil aile biçimi de, baba/erkek otoritesine ve soyuna dayalı ve esas olarak mülkiyetin babadan meşru oğula geçmesini güvence altına alan aile biçimidir[1].

Slattery (2012: 139) ise ataerkilliğin tam karşılığının “babanın veya aile reisinin yönetimi” olsa da, feministler tarafından erkeklerin kadınlar üzerindeki her tür fiziksel, politik ve ideolojik hakimiyetini anlatmak için kullanıldığını belirtmektedir. Bu kavram özelde erkek egemen toplumlarda kadınları baskı altında tutan ve güçsüz kılan sosyal ve politik yapılar, kültürel kurumlar ve güçleri ifade etmektedir. Feministler ataerkilliğin kaçınılmaz veya doğal bir şey olduğu fikrini kesinlikle reddederler. Onlar aksine, ataerkilliğin erkek ürünü olduğunu, erkeklerin kadınları oldukları yerde tutabilmek için kullandıkları fiziksel ve ideolojik bir güç olduğunu göstermek için farklı teoriler geliştirmiştir.

Radikal feminizmin temel aldığı dayanak noktalarından birisi kadınlara her yerde ataerkil sistem tarafından baskı uygulandığıdır. Erkekler, ataerkilliğe katılma yoluyla diğer insanların nasıl küçümseneceğini, insan dışı olarak görüleceğini ve denetim altında tutulacağını öğrenirler. Ataerkillik işlemeye başladığında, diğer iktidar kaynakları – ekonomi, ideolojik ve yasal – onu sürdürmek için sıraya girer (Ritzer, 2012: 341-43). Esasen radikal bir çerçevede şekillenen bu feminist görüş, ataerkil sistem içinde erkeklerin kontrol ve denetiminin sağlanmasında şiddete de işaret etmektedir. Ancak buradaki şiddet kavramı sadece fiziksel şiddet anlamını taşımamaktadır.

Ataerkillik kavramı feminist anlayış ve analizlerin merkezini oluşturmuştur. Bu kavram ev içinde olduğu kadar toplumun genelinde de erkeklerin egemenlik ve gücüne açıkça ışık tutar. Ataerkil düşüncesi erkeğin otorite konumunun babalığın korunması gereğiyle ilişkisini ortaya koyar ve böylece kadınların ikincil konumunun nasıl fiziksel ve duygusal güç ilişkileri kadar baskıya dayandığını da aydınlatır.

Kadınlar toplumsal olarak tanımlandıkları ve algılandıkları biçimiyle, ataerkil toplumun kurumları, özellikle aile içinde gömülü sosyalleşme süreçlerinin ürünleridir. Toplumdaki üyelerin rutin bir biçimde (biyolojik) cinsiyet ve toplumsal cinsiyeti aynı şey olarak almaları ve böylece kadınları doğaları bakımından erkeklerden farklı olarak görmeleri kadınların sistematik olarak erkeklere tabi kılındıkları toplum türünün -ataerkil toplumun- bir özelliğidir (Cuff, 2013: 417).

Kandiyoti ise ataerkillik (patriarka) kavramını, kadınların bağımlığı sonucunu doğuran bir dizi kurumsal ve kültürel uygulamayı ele almak için kullanmaktadır. O, Türkiye’yi otoritenin erkek soyundan devam eden geniş bir aile içerisinde, yaşlı erkeğin elinde bulunduğu “klasik ataerkillik” bağlamında ele alarak bu tip bir ataerkilliğin yapısal özelliklerinin şunlar olduğunu belirtir: saygınlık kalıpları yaşa dayalıdır, kadınlar ve erkekler için farklı hiyerarşiler söz konusudur, cinslerin faaliyet alanları ayrışmıştır, kadınların emeğine ve üreme kapasitelerine evlendikleri erkek tarafından el konulur. Türk toplumunda cinsler arası asimetri, hane, sınıf ve işgücü piyasalarının sınırlarını aşan pek çok kültürel pratikle üretilmekte, temsil edilmekte ve yeniden üretilmektedir (Kandiyoti, 2013: 185-87).

Bu bağlamda, Türk toplumsal yaşamı içerisinde ataerkil düzenin, geniş bir aile yapısı etrafında yaşça büyük olan erkeğin otoritesi, evdeki kadınlar arasında yaşlı olanların daha kıdemli olduğu bir hiyerarşinin bulunması ve bunların yanında kadının karar alma konusunda etkisiz ve dışarıya karşı kapanık olması unsurlarını temel aldığı görülmektedir. Böyle bir toplumsal düzende, kadının beslenme, barınma ve giyinme gibi temel ihtiyaçları erkek tarafından karşılanmakla beraber kadınların kamusal ve ekonomik hayatta aktif yer alma gibi bir durumları bulunmamaktadır. Kadınların kendi akran grupları ile bir sosyal çevresi olsa da ev dışı hayatları kısıtlama ve denetim altındadır. Tüm bunların arka planında kadına yüklenen ahlaki bir hususiyet ile namus anlayışı yatmaktadır. Toplumsal hayatta kadının bahsedilen düzenin dışında hareket etmesi ahlaki düzeni bozan bir etmen olarak görülmüş, ev dışında kadın-erkek aynı mekanda olacak şekilde bir sosyal hayatın vücut bulması namus kavramına yüklenen değerlerin ihlali olarak algılanmıştır.

Ondokuzuncu yüzyılın sonuyla, 20. yüzyılın başında, Osmanlı evlilik töreleri ve daha genel olarak Türk kadınlarının ıstırabı konusunda açık bir protesto vaveylası yükseldi. Bu protestocuların çoğu, şeriat yasalarının dört kadına kadar evlenme izni tanıdığı, onlara sayısız cariyeler ekleyebilecek konumda olan, eşlerini istedikleri an boşayabilen ve evin dışındaki davranışlarını sıkı bir denetim altında tutan üst ve orta sınıf erkeklerdi. Erkeklerin kadınların hak savunuculuğuna girişmesindeki sebepleri Kandiyoti (2013: 190-91) şöyle belirtmektedir: erkekler artık yaşlı kadın akrabaları tarafından ayarlanan ve denetlenen görücü usulü evlilik istememektedirler; romantik ilişki ve aşk özlemi çekmektedirler; karşılıklı düşünce alışverişinde bulunabilecekleri eğitilmiş zevceler istemektedirler; iki cinsin rezalet ya da dedikodu korkusu olmadan bir arada bulunabilecekleri bir sosyal yaşam özlemektedirler, kısacası geleneksel Osmanlı hayatının baskıcı kurallarından kurtulmak ve özgür olmak derdindedirler.

Tüm bunları değerlendirdiğimizde, ataerkil düzenin, kadını egemen erkek tarafından baskı altına alan ve kadının ona biçilen rol ve dünyanın dışına çıkmasına izin vermeyen yanlarının yanında erkeklere de birtakım görevler yüklediği görülmektedir. Bu bakımdan bir kız çocuğunun doğumundan yetişkin bir kadın olana kadar geçen kadınlaşma süreci içinde nasıl ki sosyal hayatın birçok pratiğiyle ataerkil düzen ve bu düzenin devamını sağlayacak uygulamalar tekrardan üretiliyorsa, bir erkek çocuğunun doğumundan, delikanlılık çağı ve sonrasındaki yetişkin erkeklik dönemine kadar olan erkekleşme süreci içinde ona da bu ataerkil düzeni devam ettirecek pratikler tekrar tekrar uygulanarak yerleştirilmektedir. Ataerkil düzenin eşit olmayan egemenlik sisteminin ortadan kaldırılarak kadın ve erkek ayrımının olmadığı bir düzenin sağlanması sadece kadınlaşma süreci üzerine yapılacak çalışmalarla değil, erkekleşme süreci üzerine araştırmaların derinleştirilmesiyle mümkün olacaktır.

Son olarak Osmanlı sonrası cumhuriyetin kurulmasıyla kadınlara verilen hakların ataerkil düzeni yıkmada etkisi olsa da tamamen eşitlik sağladığını söylemenin yerinde olmadığını belirtmek gerekmektedir. Yönetici elitin uygulamaları, o dönemin şartları, ulaşım ve iletişim imkanları göz önüne alındığında sadece sınırlı bir çevreyle kalmış özellikle kırsal alandaki sosyal hayata tesir etmemiştir. Kaldı ki yasal değişiklikler temelinde meydana gelen bu uygulamaların tek amacı hatta esas amacı kadın haklarının savunulması ve kadın-erkek eşitliği üzerinde bir vatandaşlık anlayışının oluşmasını sağlamak değildir. Cumhuriyetin ilanından sonra kadınlara tanınan hakların üç temel işlevi olduğu söylenebilir. Bunlardan ilki, yeni Türkiye’nin eskiyle olan bağlarını koparan bir çizgide kendine alan bulduğu dikkate alındığında, eskiyi ve eskiye ait olanı reddeden ve ona karşı uygulamaların geliştirildiği anlayış temelinde politikalar gerçekleştirildiği gözden kaçmamalıdır. Bu bakımdan, Osmanlı toplumsal yaşamı içinde kadınların pasif, hakları yetersiz ve edilgen konumlarının aksine Türk kadınının her alanda başarısına vurgu yapılması ve medeni hukukun Batılı anlamda değiştirilmesi eski düzen ve toplum hayatıyla olan bağların ortadan kaldırılması adına önemli bir adımdır. İkinci olarak, Türkiye’nin batılı anlamda demokratik ve laik bir ulus devlet olduğunun ispatı ve dış ülkelere karşı bunun temsil edilmesinde kadınlara dair yapılan reformlar önemli bir araç olmaktadır. Son olarak, bu iki işlevin yanında seçme seçilme hakkı, aile yasasının laikleştirilmesi gibi düzenlemelerin elbette ataerkil düzenin ortadan kalkmasında etkisi olmuştur. Ancak tüm bunların ataerkil düzeni tamamen bitirdiği söylenemez.

Kaynaklar

Ritzer, G. (2012). Modern Sosyoloji Kuramları. (Çev. Himmet Hülür). Ankara: De Ki Basım Yayın. (Eserin orijinali 2000’de yayımlandı)

Kandiyoti, D. (2013). Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar. (Çev. Aksu Bora). (Dördüncü Basım). İstanbul: Metis Yayınları, (Eserin orijinali 1997’de yayımlandı)

Slattery, M. (2012). Sosyolojide Temel Fikirler. (Çev. Özlem Balkız, Gülhan Demiriz, Hacer Harlak, Cevdet Özdemir, Şebnem Özkan). (Beşinci Baskı). Ankara: Sentez Yayıncılık. (Eserin orijinali 1991’de yayımlandı)

Cuff, E. F., Sharrock, W. W. & Francis, D. W. (2013). Sosyolojide Perspektifler. (Çev. Ümit Tatlıcan). (Birinci Baskı). İstanbul: Say Sayınları (Eserin orijinali 1979’da yayımlandı. Çevirinin yapıldığı beşinci basımın yayım tarihi: 2006)

Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları (Açık Öğretim Fakültesi). (2013). (İkinci Baskı)



[1] Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları (Açık Öğretim Fakültesi Yayını No: 1309), s.4

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder