Lontano'yu okuduktan hemen sonra bu yazıyı yazmıştım. Devam kitabı olan "Kongo'ya Ağıt"ı da okudum ancak o kitap için bir şeyler yazmam şu an mümkün değil. Lontano için aşağıda bahsettiklerimle ilgili sorusu olana veya kitabın herhangi bir yerinde kafasına bir şey takılanlara e-posta atmaları halinde cevap verecektim bu nedenle de kitabı okurken bazı sayfaları not alarak birtakım düzenlemeler yapmıştım ancak kitap şu an bir kütüphaneye bağışlandı ve bende değil. O nedenle aşağıda yazdıklarımın bir kısmının havada kalmamasını umuyorum.
Lontano
147 bölümlük bir dizinin sonu geldi. Yeni sezon için beklemedeyiz. Bir dizinin bir bölümünü izledikten sonra, o bölümün öyle can alıcı bir yerde bitmesi ve dayanamayıp hemen bir sonraki bölümü izlemek ve ardından dayanamayıp tüm sezonu bitirmek. Sonrasında diğer sezona girişmek veya yeni sezonun gelmesini beklemek. İşte bu Grange’i okumak demek. Çok da reklam yapmadan gelelim kitaba. Elbette klasik Grange yine karşımızda. Tıbbi terimler, adli bilimlerin özellikle biyoloji laboratuvarının terimleri ve uyguladıkları metotlar. Her olguya, insana ve unsura şüpheyle bakan ve bir ipucundan diğerine atlayan babası da kendisi gibi polis olan cinayet bürosunun 42 yaşındaki bekar başkomiseri – Erwan Morvan. Erwan’ın ekibi, takım arkadaşları, yardımcıları. Fransız emniyeti. Paris’in sokakları, ihtişamlı caddeleri, lüks içinde hayatlar, Kongo kaynaklı bir ritüel, mazide derin izleri olan bir katil – çivi adam – ve günümüzde bu katilin cinayet işleme ritüelini tekrar eden ve çocukluğunda çivi adamla bir bağlantısı olan, onunla aynı metotları kurbanlarına uygulayan yeni bir katil. Kısa süreli aralıklarla işlenen cinayetler, her birinin ardında yatan ve farklı gerçekleri ortaya çıkaran yeni bilgiler, yer-zaman-kişi bağlantılarının kurulması ve bu iş hayatına eklentili boşanma aşamasında bir erkek kardeş, hayatını farklı ve uç mecralarda arayan bir kız kardeş, geçmişi karanlık polis bir baba, ve bu babadan şiddete maruz kalmış bir anne.
Bu anahtar cümle ve kelimler yeterli olacaktır. Gelip de, bu karakter onu yaptı, öbürü şunu yaptı, bir diğeri bunu yaptı, sonra öyle zannedildi ama meğerse öyle değilmiş, işin içinde iş varmış, sonunda okuyucuyu şöyle şaşırtıyor vb. demeye lüzum yok. Yani kitabı okuyacakların okuma iştahlarını söndürmeyelim.
Elbette artık okuyucuyu yanıltmak kolay değil. Puzzle parçalarını birleştirince kitabın sonuna dahi gelmeden siz de yeni katili tahmin edebilirsiniz. Çünkü her olayda, olayın gerçek veya gerçek dışı olması önemli değildir. Mühim olan hikayenin tutarlılığıdır – consistency of the story. Bu gerçek hayatta yaşanan vakalar için de geçerlidir. Zaten blogda bu konuyla ilgili İngilizce bir yazım mevcut. Dolayısıyla her ne kadar polisiye-macera türüne yakın olsanız da olmasanız da Grange’in bu kitabında kahramanımız Erwan’ın tam senaryoyu çözdüm derken her bölümde bir şeylerin eksik kaldığını görüyorsunuz. Kaldı ki, yazar da Erwan’ın kafasında hep eksik kalan bir şeylerin olduğundan dem vuruyor sürekli.
Söylemeye gerek yok, Grange’i sevenler bir çırpıda okur. Hele ki tatildeyseniz affetmeyin. Şahsen ben 655 sayfayı 3 günde süpürdüm. Ayrıca devam kitabı çıkacak gibi görünüyor, çünkü kitabın sonu o şekilde bağlanmış ve sağda solda farklı platformlarda zaten bu konuya değiniliyor.
Yazar, farklı şahıs ve an betimlemelerinde birçok filmden sahnelere ve repliklere atıf yaparak betimlemekte olduğu karakterin o anki durumunu veya o an cereyan eden hadiseyi neye benzetmek istediğini daha açık hale getiriyor. Tabi bu filmler günümüz popüler filmleri değil. Esasen, katil-cinayetler-Fransız polisi üçgeninde dönen işlerin dışında devam eden hikayeler de mevcut, ki zaten kitabı güzel yapan da tam da bu nokta. Örneğin kendini, ailesini ve yaşamını sorgulayan genç, güzel ve zengin bir kız olan Erwan’ın kardeşinin maceraları ve arayışları. Daha henüz ilk sayfalardan klasik ve geleneksel düşüncelere sahip babası ile Erwan arasında kız kardeşinin kararlarına yönelik tartışma başlıyor ve âdete bir kuşak çatışmasının içinde oluyorsunuz. Kaldı ki, bu kızın Simone de Beauvoir’den ve onun “İkinci Cins” eserinden bahsetmesi, feminizme yapılan vurgular ve günümüzde gelinen noktada feminizmin durumuna dair atıflar mevcut. Yani feminizmde ne amaçla yola çıkıldı, ne hedeflendi, ama şu an varılan yer neresi gibi. Örneğin bugün yaşanan bir hadise kitapta yer edinmiş; bir erkek gece kulübüne girerken ücret ödemek zorunda ancak kadınlar ücretsiz girer… Yine kızın kitaplığında Herbert Marcuse’ye ait “Tek Boyutlu Adam” kitabının yer aldığının bildirilmesi. Kimdir bu adam, neyin nesidir. Eserinin yayım tarihi 1964 ve orijinal adı “One-Dimensional Man”. “Frankfurt Okulu” diyerek size neyi araştırmanız gerektiğinin işaretini verdim. Evet kitapta genç, zengin, alımlı ve uç yollarda gezinen ve baş adamımız Erwan’ın kardeşi olan bu kadını tanımak için daha doğrusu karakteri iyi anlamak için yazar zaten bize ipuçlarını vermiş. Kitabı okurken, bu kadın şöyle çıkar karşımıza: sinema sevdası, oyuncu olma isteği ve bu nedenle tehlikeli yollara girme, babası tarafından korumaya çalışılan, ailesinden ve özellikle babasından nefret eden, intihara meyilli, işi gücü arasında cinayeti bırakıp sağa sola gidip bu kadını arayan abisi ve esasında onun polisliği sayesinde kurtulan bir kadın. Ama kadının kafasından geçenler, neden böyle bir karakter olduğu yazarın bize küçük küçük izlerle bıraktığı adımları takiple geliyor ve o adımlardan biraz da olsa yukarıda bahsettik. Aslında en başta şunu yazmamız gerekirdi; kriminal alana, polisiye terimlere, adli süreçlere ve hukuk mekanizmasına çok yakın değilseniz birtakım alanlar kafanızda soru işareti olarak kalacaktır. Günümüzde olayların çözümü klasik polis tekniklerinden ziyade elde ettiğiniz bulguları değerlendirip doğru sorularla doğru kişilere ulaşmaktan geçiyor. Hiç şüphesiz bilimsel yöntemler yani polisiye dizilerde geçen “forensic” veya “forensic sciences” meselesi. Bir polisiye dizide bir cinayet vakasında yerde yatan maktulü gören polislerin dedikleri şudur: “call the forensics”. Nedir bu forensic – adli bilim. Bir olay var, her şey olabilir, hırsızlık, cinayet, cinsel saldırı, insan kaçırma, havaya uçurma vb. her şey. Olayda, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için yanılmaz, geçerli ve hata kabul etmez yöntemleri izlemelisiniz. Olay mahallinden, ilgili şahıslardan veya eşyalardan bulacağınız bir küçük toz tanesinden, bir kan damlasına, tükürüğe ve tırnak parçasına kadar veya bir giysi lifine kadar her şeyi bozulmadan toplayıp, onları alanına göre kimya, biyoloji, balistik vb. laboratuvara gönderip olayla ve şahıslarla bağlantılarını kurup bu şekilde olayı tam bir tarafsızlık ve bilimsel metotların yanılmazlığı ile çözmek. İşte mesele bu. Zaten kitabı okuyunca bir saç telinin bir kanndamlası ve bir tırnak parçasının olayların çözümünde ne denli etkili olduğunu göreceksiniz. Bu olaya adli bilim diyoruz. Yani fen bilimlerini, matematiği, tıbbı, laboratuvarları vs. adli olayların çözümünde kullanmak. Esasen bizdeki adıyla yani ülkemizde bu iş ve işlemlere kriminal inceleme olarak adlandırma yapılmaktadır ve kitapta da bu şekilde yer almış. Aslında olması gereken terimler “adli bilim”, “adli bilimci”, “adli bilimler departmanı” vb. Ancak siz bunları kitapta, adli bilim yerine kriminal olarak göreceksiniz. Peki neden? İngilizcedeki “criminal” kelimesi suçlu, suça ait, suça dair manasındadır ve Türkçe kriminal aynı anlamda değildir. Çünkü biz bu alandaki terimi Almanlardan aldığımızdan dolayı kriminal manasında kullanıma devam ediyoruz. Ülkemizde adli bilimden ziyade kriminal kullanıldığından çevirmen bu şekilde yapmıştır diye düşünüyorum aksi takdirde bilmeden doğru bir şey yapmış demektir.
Farklı bölümlerde bir yandan akıcı hikaye devam ederken diğer taraftan “Milgram Deneyi”, “Bağımsız Otonom Bölgeler”, “çaylak eğitimi”, bir seri katilin profili, uyuşturucu nedeniyle Fransa polisi tarafından doğrudan 4 gün nezarethanede tutulabileceğiniz, Paris’in neden geniş caddelere sahip olduğu veya Fransız idarecilerin/devlet adamlarının hangi okuldan (École Nationale d’Administration) mezun olduklarını öğrenebileceğimiz değişik bilgiler de mevcut. Aslında burada birkaçını yazdığım tüm bu konular ayrı birer akademik araştırma konusu, kaldı ki halihazırda bu alanlarda yazılmış makale ve kitaplar zaten var. Fransa’nın yapısını bilirseniz hem bugünkü hem de geçmişteki bazı Fransa devlet başkanlarının neden aynı okuldan “École Nationale d’Administration” mezun olduklarını anlarsınız. Şahsen Fransa’da bulundum. Bir Fransızı, çarşıda pazarda caddelerde gördünüz mü, benim cevabım hayır. Neden, çünkü hakiki Fransızlar bürokraside, devlet dairelerinde, üniversitelerde veya kendi kültürlerine has otantik yerlerde örneğin bilmem kaç çeşit Fransa’ya özgü peynirin satışının yapıldığı bir yerde. Kitapta geçmemekle beraber Fransa’nın toplum yapısını yakından tanımak için okumanız gereken isim gene bir Fransız olan: Pierre Bourdieu. (Umarım bu yazıyı okuyanlar arasından sosyolojiden anlayan birileri vardır.)
Kitapta, bazen yazarın kendine bazen de kime ait olduğu belirtilerek yer verilen birtakım özlü cümleler satır aralarında mevcut. Tek tek bunları yazmayı düşünmüyorum. Zaten okuyunca bunlar fark ediliyor. Birkaç örnek vermek gerekirse; “Aşk, puro gibidir. Söndü mü tekrar yakılabilir. Ama hiçbir zaman aynı tat alınmaz.” veya “Sadece paranoyaklar hayatta kalır.” Aslında birçok söz var hatta bu yazdıklarımdan daha iyileri ama okuma işi siz de artık. Evet bir tane daha aklıma geldi “barış istiyorsan, savaşa hazırlan” gibi bir şeydi, Erwan’ın babasına ait bir söz.
İtalyan Sofia’dan ve babasından hiç bahsetmedik. Floransa’dan bahsetmedik. Olayların Kongo ve Belçika ayaklarından bahsetmedik. Sado-mazoşist partilerden bahsetmedik. Şiddet görmüş anneden bahsetmedik aynı şekilde Erwan’ın uyuşturucu bağımlısı erkek kardeşinden de bahsetmedik. Dipnotlarda geçen, Fransızların Cezayir işgalinde yerli halka uyguladıkları “odun toplatma” hadisesinden bahsetmedik. Erwan’ın kız kardeşi için babasının görevlendirdiği iki iri yarı korumadan ve bunların hal ve hareketlerinden nedense 1994 Pulp Fiction’daki iki gangstere benzediklerinden bahsetmedik. Ve üzerindeki sır perdesi hala kalkmamış olan Amiral di Greco’dan. Kitabın sonuna gelince birtakım şeyler açıklığa kavuşuyor ama amiralin hala intiharı bir sır. Elbette bir amiral gemisiz olamazdı. Adını eski Fransız devlet adamından alan meşhur uçak gemisi: Charles de Gaulle.
Evet çok şeyden bahsetmedik. Çünkü bu yazı kitabın son sayfası kapatıldıktan hemen sonra yazıldı. Ancak bu yazının amacı, ne kitabı özetlemek ne de Grange şöyle bir hikaye yazmış böyle şaşırtmış vb. demek. Zaten Grange bu illa ki şaşırtacak ve sürükleyici olacak. Bu yazının amacı, kitabın sıradan bir polisiye hikaye gibi okunup “vay ne güzeldi ne heyecanlıydı, adam ne şaşırttı ama ya” cümleleriyle son sayfayı kapatmaktan ziyade, ara ara verilen referanslarla aynı anda devam eden farklı senaryolardaki farklı durum ve kişilerden yazarın bize ne kazandırdığını görebilmek. Yukarıdaki kitabın ana kahramanı Erwan’ın kız kardeşinde örnek verdiğimiz gibi. Farklı bilgileri adeta puzzle parçalarını birleştirmek gibi yan yana getirmek. Bu kitaptan önceki hayatımızda ne biliyorduk, bu 655 sayfayı okuduk şimdi ne biliyoruz, ne değişti, ne kattık, ne elde ettik. Yani amaç maksimum bilgi elde edebilmek. Daha fazla bilgiden zarar gelmez. Söylemeden olmaz; sosyoloji ve adli bilim bilgisi olanlar kitaptan daha fazla tat alacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder