27 Mayıs 2015 Çarşamba

Michel Foucault - Sosyolojik Yaklaşımlar

Kısa Hayat Hikâyesi ve Eserleri

Postmodernist Michel Foucault (1926-1984), sosyologlarda bedene karşı ilgi uyandırmakta önemli olmuştur. Foucault Amerikan geleneğinde profesyonel bir sosyolog değildir; ünlü College de France’da ölümüne kadar işgal etmiş olduğu kürsü, tarih ve düşünce sistemleri alanındadır. Aldığı dereceler felsefe, psikoloji ve psikopatolojidedir. Ancak çalışmalarında sosyolojik kuram, edebiyat ve kültür incelemelerinden çok etkilenmiştir. Özellikle kendisine göre, modern dünyayı temsil eden hapishane ve düşkünler evi ile ilgilenmiştir (Wallace & Wolf, 2013: 503). Başlıca eserleri şunlardır: Deliliğin Tarihi (1967), Kliniğin Doğuşu (1973), Kelimeler ve Şeyler (1973), Bilgini Arkeolojisi (1972), Hapishanenin Doğuşu: Disiplin ve Ceza (1977).

Temel Sosyolojik Yaklaşımı

Foucault, hepsinde insan bedeninin önemli bir rol oynadığı bütün çeşitli faaliyet ve davranışlarda, insanların ne düşündükleri ve nasıl hareket ettiklerini araştırmıştır. Kitaplarında günümüzdeki işkence, delilik ve hapishanelerle ilgili canlı anlatımlar vardır (Wallace & Wolf, 2013: 503). O, eserlerinde aşina olduğumuz ve gerçekliğini sorgulamadığımız bazı kurumların ortaya çıkış biçimlerine odaklanır (Cuff, 2013: 304). Deliliğin Tarihi adlı eserinde toplumun yoksul ve işsizi, hasta ve deliyi nasıl tanımlamaya, açıklamaya ve kontrol altına almaya çalıştığını gösterir. Hapishanenin Doğuşu eserinde ise cezanın değişen doğasını araştırarak geliştirmeye çalışır (Slattery, 2012: 481-82).

Foucault’nun postmodern bakış açısı, bir çağın dünyaya bakış ve dünyayı anlayış biçimi ile tanımlanacağı ve gücün nasıl kullanılacağının da buna bağlı olduğudur (Wallace & Wolf, 2013: 505). Özneleştirmeyle, yani bireysel kimliğin tanımlanma ve kontrol altına alınmasıyla ilgili süreçlerin araştırılması onun tüm çalışmasının merkez unsurudur (Slattery, 2012: 482). Yapısalcı fikirlerle başlayan ve sonradan post-yapısalcı görüşlere yönelen Foucault, bütün çalışmalarında, ilgisini bilginin değişen doğasına ve toplumda dışlananlar kategorilerinin nasıl yaratıldığına yoğunlaştırarak, özellikle tarihsel araştırmalara odaklanmıştır (Cuff, 2013: 283). Foucault’un çalışması post-yapısalcı geleneğin kurucu araştırması olarak övgüler almıştır. O, gücü hem toplumsal bilgi biçimi hem de toplumsal ilişki biçimi olarak analiz ederek, dikkati yeniden klasik ve modern araştırmalara ve onların toplumsal yapılar ve toplumsal konumlara olan ilginse yöneltmiştir. Plüralistler karar alma mekanizmasına ve Marksistler yönetici sınıflar veya iktidar seçkinlerine yönelirken, Foucault’un gücün toplumsal doğası ve onun gündelik söylemdeki önemi kadar güç alanlarına da ışık tutmuştur; o toplumun mikro-politikaları kadar siyasal analizin makro yapılarına da odaklanmıştır. Foucault’nun çalışması, aynı ölçüde, birçok farklı teori ve kavramı bir araya getirerek ve onları etkili bir biçimde hiçbir teori veya perspektifin hakim olamayacağı radikal yeni bir çerçeve içinde sentezleyerek post-yapısalcı geleneğe örnek teşkil etmiş ve onu biçimlendirmiştir. O, Nietzsche ve Freud kadar Marx ve Weber’in düşüncelerinden de yararlanmış, ancak bu düşünceleri özümsediği kadar tümünü reddetmiştir. Ona göre, tarih sürekli bir değişim süreci değildir, aksine görünen düzen ve kontrolün altında yatan düzensiz güç mücadelelerinin, kaos ve çatışmanın hikayesidir (Slattery, 2012: 481).

Bu çerçevede Foucault’un bireyin denetim ve kontrol altında tutulduğu, kısıtlandığı ve edilgen olduğu görüşünün zaman içerisinde değişerek bireyin direnme kabiliyeti, isyan hareketi gibi vurgular etrafında değiştiği görülmektedir. Akıl hastaneleri ve hapishanelerin modern toplumdaki yerini incelerken bu gibi kurumlar ile toplum arasında ilişki kurmaktadır. Modern hapishaneler ve klinikler, içerisindeki bireyleri belli bir sistem dahilinde yöneten ve onları disipline eden kurumlardır. Esasen bu gibi kurumlar gücün organize olma şeklinin bir görünümüdür. Foucault gücün modern toplumda organize olma şeklinin değiştiğini belirtir ve eserlerinde bunu açıklığa kavuşturur. Ancak onun güç anlayışı Marx’ın sınıfsal anlamdaki güç anlayışı ile aynı değildir. O, Nietzcshe’den yararlanarak güç ve bilgi arası ilişkiyi incelemiştir. Ona göre güç, bilginin üretimi ve kontrol edilmesini sağlamaktadır.

Temel Varsayımlar

Foucault’ya göre, yapısalcılığın temel özelliği, davranışın öznenin bilinçli düşüncelerinden ziyade bilinçsiz yapılarla açıklanabileceği tezinden hareketle, kesinlikle özneyi merkezi konumdan uzaklaştırmasıdır. Foucault her tarihsel dönemin, çoğunlukla kendi genel düşünce düzeniyle ilişkili bir tür bilinçsiz yapıya sahip olduğunu, yani düşünürlerin büyük ölçüde çağlarının tutsakları olduklarını öne süren bir tür kolektif bilinçdışı fikrine işaret etmektedir. Belirli bir dönemde zihni sınırlayan ve sadece belirli düşünce biçimlerini düşünebilir kılan temel bir ön kabuller düzeyi vardır. Foucault bu düzeyi episteme olarak terimleştirir (Cuff, 2013: 284).

Foucault ceza biliminin gelişimini ceza anlayışının dönüşmesi bağlamında açıklar. Foucault’un bir güç/bilgi biçimi olarak cezaevi ve ceza bilimi açıklamasının büyük ölçüde bilinmesinin nedeni, bu uygulamayı Jeremey Bentham’ın Panoptikan fikrinin yeni bir biçimi olmasıdır. Panoptikan, merkezi bir gözlem kulesinden her şeyin görülebileceği tek tek hücrelerden oluşan daire biçiminde bir düzenlemedir. Foucault Panoptikon’u modern toplumla ilgili bir metafor, tecrit eden veya tutsak kılan toplum olarak, Weber’in “demir kafes”ini andıran bir şeyin ifadesi olarak alır. Foucault’ya göre, bu model, organizasyonun bir temeli olarak rasyonel, planlı bir şemaya dayanır ve tam kapsayıcı bir gözetim fikri içinde oluşturulmuştur (Cuff, 2013: 298).

Foucault’un Hapishane’nin Doğuşu’ndaki açıklamasının ana fikri, erken dönem araştırmalarında olduğu gibi, aydınlanmacı propagandanın aksine batılı toplumların doğasındaki büyük değişimin keyfi gücün yerine rasyonel organizasyonun geçmesi ve otoritenin yerini bilginin alması olmadığı idi. Aksine, bu gelişme sadece gücün uygulanma biçiminin yeniden organize edilmesi ile ilişkiliydi.

Foucault’ya göre, modern öncesi zamanlarda, devletin düzeni sağlamakta kullandığı başlıca aletler işkence, aleni dayak ve idamlar idi. Daha sonra mahkumlar için, ama aynı zamanda deliler ve yoksullar için hapis uygulamasına doğru büyük bir değişiklik gerçekleşti. 19. yüzyılın başlarında fiziksel cezalandırma manzarası kalktı; bedene işkence edilmekten vazgeçildi. İnsanlar kamuya açık dayakları, asılmaları ya da pazar eğlencesi olarak delileri gidip seyretmek düşüncesini artık itici bulmaya başlamışlardı. Ancak Foucault’ya göre, bunun nedeni toplumun artık daha şefkatli, saygılı ve insancıl olması değildi. Artık eski alışkanlıklar, ortaya çıkmaya başlayan bilimsel-yasal kompleks ile bağdaşamaz olmuştu. Fiziksel cezalandırma yerine, yeni hapishaneler bedeni hem gerçekten hapis almış hem de devamlı gözlemlemeye uygun duruma getirmişti, değişim yeni ve kapsayıcı güç mekanizmalarıyla stratejilere dayanıyordu (Wallace & Wolf, 2013: 504).

Modern öncesi dönemde bireyin işlediği suç, kralın veya hükümdarın egemenliğine karşı gerçekleştirilen bir eylem olarak algılanmakta ve verilen cezada kral veya hükümdarın intikamı niteliğini taşımaktaydı. Kişiye eylemine karşılık olarak verilen cezanın odak noktasını o kişinin bedeni oluşturmaktaydı. İşkence, dayak atma veya suçun seviyesine göre gerektiğinde idam cezaları verilmekteydi. Verilen cezalar halka açık alanlarda uygulanmakta ve insanların seyretmesi esnasında gerçekleştirilmekteydi. Adeta bir panayır veya eğlence ortamı oluşturulmaktaydı. Modern dönemde ise ceza vermenin mantığı değişmiş ve insan bedeni cezanın odak noktası olmaktan çıkmıştır. İnsan vücuduna verilen fiziki acı yerine onun ruhsal ve zihinsel ıslahına yönelme olmuş ve suç işleyenlerin ruhsal olarak onarılması amacına ulaşılmasında yarar sağlayacağı düşünülen hapishaneler inşa edilmiştir. Ancak Foucault, ceza içeriğindeki bu değişimin modern dönemin aydınlanma ile başlayan zihinsel dönüşüm sürecinin bir ürünü olmadığını belirtmektedir. Ona göre bunun sebebi gücün organize olma şeklinin ve kişinin disipline edilme mantalitesinin değişmesidir. Güç, artık tek bir yerde veya kişide toplanmamakta aksine dağıtılmaktadır. Güç, modern dönemden sonra yeniden organize edilmiştir. Günümüzde hastaneler, okullar ve diğer kurumların hepsi kendi özgü bir sisteme, bir işleyişe, bir zaman yönetimine ve kurallara sahiptir. Her birinin ayrı bir dili, tanımları ve ifadeleri bulunmaktadır. Böyle bir kuruma girdiğiniz andan itibaren onun kurallarına tabi olur, onun işleyiş mekanizmasına göre şekil alırsınız. Örneğin bir okulun içindeki sınıfta istediğiniz gibi oturamaz, sınıf düzeninin sunduğu sıralar nasılsa ona göre oturmak zorunda kalırsınız. Bir hastanede rastgele iş ve işlemlerde bulunamaz, belli aşamalarla, belli uzmanlık süreçleriyle, belli tanılarla ilişki kurarsınız. Foucault’un bu noktada belirtmek istediği husus, modern toplumda gücün organizasyonel anlamda modern öncesi döneme göre yeniden şekillendiği bu şekillenmenin de gücün dağıtımı şeklinde olduğudur. Modern toplum hastanesi, okulu, hapishanesi ve diğer kurumlarıyla disipline edici, bireyi belli bir şekle ve formata büründürmeye çalışan bir niteliğe sahiptir.

Kaynaklar

Slattery, M. (2012). Sosyolojide Temel Fikirler. (Çev. Özlem Balkız, Gülhan Demiriz, Hacer Harlak, Cevdet Özdemir, Şebnem Özkan). (Beşinci Baskı). Ankara: Sentez Yayıncılık. (Eserin orijinali 1991’de yayımlandı)

 

Ritzer, G. (2012). Modern Sosyoloji Kuramları. (Çev. Himmet Hülür). Ankara: De Ki Basım Yayın. (Eserin orijinali 2000’de yayımlandı)

 

Cuff, E. F., Sharrock, W. W. & Francis, D. W. (2013). Sosyolojide Perspektifler. (Çev. Ümit Tatlıcan). (Birinci Baskı). İstanbul: Say Sayınları (Eserin orijinali 1979’da yayımlandı. Çevirinin yapıldığı beşinci basımın yayım tarihi: 2006)

 

Wallace, R. A. ve Wolf, A. (2013). Çağdaş Sosyoloji Kuramları: Klasik Geleneğin Genişletilmesi. (Çev. Leyle Elburuz, M. Rami Ayas). (Beşinci Baskı). Ankara: Doğubatı Yayınları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder