Kısa
Yaşam Öyküsü ve Eserleri
Niklas Luhmann 1927’de Almanya’da doğdu. II. Dünya Savaşında askere alınmış, iki yıl savaştıktan sonra 1945 yılında 17 yaşındayken esir düşmüştür. Savaştan sonra hukuk eğitimi aldı. 1960-61’de Harvard Üniversitesi’nde Talcott Parsons’la ve onun yapısal fonksiyonel sistem teorisi ile tanıştı. 1962’den 1965’e kadar Speyer Alman Yönetim Bilimleri Yüksek Okulu’nda seminerler verdikten sonra 1965-68 arasında Dortmund Münster Üniversitesi Sosyal Araştırma Kürsüsünde Bölüm Başkanı olarak görev yaptı. 1965-66 yıllarında yine aynı üniversitede Sosyoloji Bölümünde bulundu. Luhmann daha sonra 1968’den 1993’e kadar Bielefeld Üniversitesi’nde sosyoloji profesörü olarak çalıştı. 1998 yılında yine Bilefeld’de kanserden öldü.
Luhmann’ın Genel Sistem Kuramı
Luhmann büyük ölçekli sosyolojik
çözümlemeler bağlamında bir sistem kuramı geliştirmiştir. Böyle bir kuram ile
sadece belli düzeylerde açıklamalar değil, evrensel olarak toplumsal sisteme
dair açıklamalar getirilir. Parsons’ın kuramına benzer şekilde topyekûn her
şeyin açıklanmasına yönelik bir kuramdır. Esasen Luhmann, Parsons’ın kuramına
getirilen eleştirileri de dikkate alarak kuramını geliştirmiştir.
Bu doğrultuda, Luhmann’ın sistemden neyi
kastettiği sistem-çevre ayrımıyla anlaşılabilir. Temel anlamda sistem ve çevre
arasındaki fark bir karmaşıklık farkıdır. Sistemler çevrelerinden daha az
karmaşıktır. Çevresi kadar karmaşık olmayan sistemler kendi içlerinde alt
sistemler geliştirir ve çevreleriyle olan ilişkilerde alt sistemler
aracılığıyla geliştirdikleri ilişkilerden yararlanırlar (Ritzer, 2012).
Sistem kavramının kökenine indiğimizde
bir hayvan fizyoloğu olan Ludwig von Bertalanffy’nin sistem için “bir bütünün unsurları arasındaki karşılıklı
ilişkinin toplamı” şeklinde yaptığı tanım karşımıza çıkmaktadır.
Dolayısıyla burada bir sistemden söz edebilmek için bütünlüğe ait ilişkiler ve
unsurları açıkça sınıflandıracak sınırlardan bahsedilmesi gerektiği öne
çıkmaktadır. Bu bakımdan bir sisteme nelerin dâhil olabileceği veya çevresinde
nelerin olduğu soruları kapsamında sistem-çevre farkı sistem kuramının çıkış
noktası olmaktadır (Richter, 2012).
Luhmann’a göre hiçbir sistem çevresi
olmadan anlaşılamaz. Çünkü sistemin anlaşılması çevresiyle olan ayrımla, yani
sınırların belli olmasıyla mümkündür. Sistem, kendinden daha karmaşık olan
çevredeki karmaşıklığı azaltabilme temelinde varlığını sürdürebilecektir. Bu
nedenle bu karmaşıklığı indirgeme ve ayak uydurabilmek için kendi alt
sistemlerinden yararlanır.
Kendini
Yeniden Üreten (Autopoietisch) Sistemler ve Toplumsal Sistem
Autopoietisch sistemler kendini oluşturan unsurların yardımıyla
yine kendilerinden oluşan unsurlar üretirler (Richter, 2012). Sistemin autopoietisch olması demek bizzat kendini
düzenleyip yenileyebilmesi demektir (Çelik, 2007). Kendi kendini üreten
sistemler dört özelliğe sahiptir (Ritzer, 2012):
1. Kendi kendini üreten bir sistem,
sistemi oluşturan temel ögeleri üretir. Örneğin
para olmadan modern bir ekonomik sistemi hayal etmek zordur. Ekonomik sistem
olmadan para sadece bir kâğıt veya metal parçasıdır.
2. Kendi kendini üreten sistemler hem
sınırlarını hem de içyapılarını düzenler. Kendi sınırlarını sistemin içinde var
olanlarla çevrede olanları birbirinden ayırarak düzenler. Ayrıca sistem kendi sınırları
içerisinde bulunan içyapıları üretir ve bunlar arasında düzenleme yapar.
Örneğin paranın varlığı sayesinde serbest pazarlar, bankalar ve faiz sistemi
gibi unsurlar ortaya çıkmıştır. Bu sistemin kendi sınırları dâhilinde kendine
ait yapılar üretmesine bir örnektir. Para yerine takas sistemi geçerli olsaydı
daha farklı yapılar üretilmiş olacaktır.
3. Kendi kendini üreten sistemler,
kendi-kendine başvuruya dayalıdır. Örneğin borsadaki fiyatlar herhangi bir
birey tarafından değil ekonominin kendisi tarafından belirlenir. Aynı şekilde
hukuksal sistemin hukuksal sisteme başvuran yasaları vardır: yasaların nasıl
çıkarılacağı, uygulanacağı ve yorumlanacağına dair yasalar
4. Kendi kendini üreten bir sistem
kapalı bir sistemdir. Sistemle çevre arasında doğrudan bir bağlantı yoktur.
Bunun yerine sistem, kendisinin çevreyi temsil edişleri ile alakadar olur.
Luhmann’ın analizleri, toplumun daha çok
kapalı ve kendi kendini sürdüren yapısını öne çıkarmaktadır. Onun
yaklaşımlarında toplumun bütüncül ve kapalı, ama kendi kendini düzenleyen
(autopoietisch) bir sosyal sistem olarak tanımlandığı görülmektedir. Bu tanım
aynı zamanda sistemin yapısal bütünlüğünü teşkil eden iletişimlerin, sistemin
ögeleriyle oluşturulmasını da içermektedir. Toplum böylelikle insanlar
arasındaki muhtemel bütün iletişimleri düzenleyen en kapsamlı sosyal sistemdir.
Toplumun alt sistemleri olarak ayrımlaşan din, ekonomi, eğitim, siyaset gibi
sosyal sistemlerin her biri ise toplumu kendine özgü bakış açısından görmekte
ve sistem/çevre perspektifi ile değerlendirmektedir. Bu çerçevede ekonomik
sistem ve eğitim sistemi, siyasal sistemin çevresini oluşturduğu gibi aynı
şekilde siyasal sistem de eğitim ve ekonomik sistemin çevresini teşkil
etmektedir (Çelik, 2007).
Toplumun temel ögesi iletişimdir ve
iletişim toplum tarafından üretilir. İletişim olmayan her şey toplumun
çevresinin parçasıdır. Bu bakımdan biyolojik ve bilinç anlamında birey toplumun
bir parçası değildir (Ritzer, 2012). Toplumlar ve toplumsal sistemler
iletişimden meydana gelirler. Diğer bir deyişle toplum olan her şey iletişimdir
(Richter, 2012).
Bu bağlamda, Luhmann bireyi toplumun
esas ögesi olarak görmemektedir. Toplum iletişimden meydana gelmektedir. Toplum
içinde barındırdığı alt sistemler (hukuk, ekonomi, din vb.) yerine getirdikleri
işlevler ile kendinden daha karmaşık olan çevrenin karmaşıklığını indirgeyerek
toplumun devamlılığını sağlamaktadır. Luhmann’ın büyük ölçekli bu kuramında
oldukça soyut ifadeler kullanılması kuramın anlaşılmasını zorlaştırmaktadır.
Her bir alt sistem ile gerçekleştirilen işlev bir sorunun giderilmesi, bir
görevin ifa edilmesi anlamına geleceğinden her biri işlevi nedeniyle
farklılaşmaktadır. Her bir işlevin amacı karmaşıklığı azaltmaya yöneliktir.
Toplumların basitten komplekse doğru evrimi, her durumda seçenek ve imkân
sayısını artırdığından işlevlerin de çeşitlenmesi gerekmektedir. Sistem,
bulunduğu durum karşısında en doğru tercihi yapabilmek için çok sayıda işlev
arasından birini yerine getirecektir. Böylelikle modern toplumun karmaşıklığı
bunu karşılayabilecek sistemin içindeki alt sistemlerin yerine getirdiği
işlevlerin farklılaşması ve sayıca çoğalması ile mümkün olabilecektir. Bir
sistem kendi içinde başka alt sistemler üretebilmektedir. Bu sayede üretilen
alt sistemlerin her biri farklı işlevleri yerine getireceğinden çevrenin karmaşıklığının
azaltılmasına yönelik adımlar atılabilecektir.
Farklılaşma
Basit toplum yapısının aksine modern
toplumun özelliği çevresinin karmaşıklığı karşısında yıkılmayarak bunun
üstesinden gelebilmesidir. Bunu da farklılaşma ile başarmaktadır. Bu modern toplumun
işlevsel olarak farklılaştığı anlamına gelir. Dolayısıyla sistem içindeki
farklılaşma çevrenin dayattığı karmaşıklıkla başa çıkabilme biçimidir. Sistem
farklılaşmayı gerçekleştiremediği takdirde çevresel çeşitlenmelerle başa
çıkamayacağından hayatını devam ettiremez. Sistem içindeki farklılaşma çevreye
daha iyi yanıt vermeyi sağlar. Bu, farklılaşmanın sistemi daha karmaşık hale
getirmesi başka bir deyişle sistemin çevredeki değişime göre yapacağı tercih
sayısının artması ile mümkün olur.
Luhmann’ın bölümlenmeye dayalı farklılaşma ile belirtmek istediği, sistemin
parçalarını özdeş işlevleri yerine getirme ihtiyacı temelinde tekrar tekrar
ayırmasıdır. Tabakalaşmaya dayalı
farklılaşma hiyerarşi olarak kavranan bir sistem içerisinde kademe veya
statüye göre dikey farklılaşmadır. Her kademe sistem içinde özel ve farklı bir
işlev yerine getirir. Bölümlenmeye dayalı farklılaşma içinde eşitsizlik,
çevredeki tesadüfi çeşitlenmelerden kaynaklanmaktadır. Buna karşın tabakalaşmaya
dayalı farklılaşmada eşitsizlik sistem için esastır. Farklı kademeler
eşitsizlikler ile ayırt edilirken aynı kademedeki tüm üyeler temelde eşittir
(Ritzer, 2012). İşbölümünün ve buna uygun olarak, yaş ve cinsiyeti de kapsayan
rol farklılaşmasının gerçekleşmesi, toplumun herhangi bir zamanda farklılaşma stratejisi
olarak kullanabileceği ve tabakalaşmayı toplum prensibi haline getiren birçok
eşitsizlik üretmektedir. Burada eşitsizliğin dışsal karmaşıklığın azaltılması
ve içsel karmaşıklığın inşası için kullanımı görülmektedir. Bu farklılaşmanın
temel özelliği toplumun eşit olmayan tabakalara ayrılmış, birbirleriyle ilişki
içinde hiyerarşik olarak düzenlenmiş olmasıdır. Temel farklılaşma alt-üst
farklılaşmasıdır. Kişiler bu sistemde açık bir şekilde tasnif edilebilirler.
Bireyler bu toplum içinde belirli bir konum elde etmekle kalmaz, belirli
roller, haklar, yaşam imkanları, yani genel bir hayat kavrayışına sahip olurlar
(Richter, 2012).
Kaynaklar
Wallace,
R. A. ve Wolf, A. (2013). Çağdaş Sosyoloji
Kuramları: Klasik Geleneğin Genişletilmesi. (Çev. Leyle Elburuz, M. Rami
Ayas). (Beşinci Baskı). Ankara: Doğubatı Yayınları
Ritzer, G. (2012). Modern Sosyoloji Kuramları. (Çev. Himmet Hülür). Ankara: De Ki Basım Yayın. (Eserin orijinali 2000’de yayımlandı)
Richter, R. (2012). Sosyolojik Paradigmalar. (Çev. Necmeddin Doğan). (Birinci Baskı). Ankara: Küre Yayınları. (Eserin orijinali 2001’de yayımlandı)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder