Cumhuriyetin ilanıyla beraber siyasal, toplumsal, kültürel ve ekonomik alanda birçok yenilik ve gelişme çok kısa bir zaman diliminde gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Yeni Türkiye her alanda modernleşme ve batının tekniği ile aynı seviyeye gelme gayreti içinde olmuştur. Bu açıdan, tarımın o dönem itibariyle toplumun büyük kesiminin geçim kaynağı olduğu düşünülürse tarımsal faaliyetlerin iyileştirilmesinin önemi daha iyi kavranacaktır. Ancak savaştan çıkmış, ekonomik olarak istikrarı sağlayamamış, düşünce ve yaşayış bakımından yönetici ve halk arasında derin boşluklar olan bir ülke ve batı toplumlarındaki dönüşümlerin yaşanmadığı bir toplumda tarımda modern tekniklerin uygulanması elbette kolay olmayacaktır. Bu bakımdan Ahmet İsvan’ın kitabı dönemin gerçekliklerini ortaya koyarak o yılları daha iyi anlamamızı sağlıyor.
Kendisinin de belirttiği gibi yazar toplumun çoğunluğunun sahip olmadığı imkanlara sahip biri olarak eğitim hayatına Ankara’da başlamış ve daha sonra İstanbul Robert Kolej’de devam etmiştir. Özellikle burada vurgulanması gereken nokta yabancı bir okul olan Robert Kolej ile Ankara’da devam ettiği Türk okulları arasındaki eğitim anlayışı farkıdır. Robert Kolej, öğrencilerin edebiyat, tiyatro gibi faaliyetlere aktif olarak katıldığı, kendilerini ifade etmeleri için çeşitli olanakların sunulduğu, yabancı dil öğretiminde farklı tekniklerin uygulandığı, ders işleme metotları ve öğretmen profili bakımından yeterlilik olarak Türk okullarından daha iyi olan bir okul olarak göze çarpmaktadır. Kaldı ki yazar, hayatının sonraki evrelerinin şekillenmesinde büyük pay sahibi olan biyoloji bilimine olan sevgisini bu okulda kazanmıştır. Bunun oluşmasında ders kitaplarının ve öğretmeninin etkisi büyüktür. Robert Koleji tamamladıktan sonra yüksek lisans eğitimi için Amerika’ya gitmesi ülkemizin çiftçilik alanındaki yetersizliğini yazara bir kez daha göstermiştir. Çiftçilik, Amerika’da önce hayvancılık ve bitki olmak üzere alt dallara ayrılmaktadır. Bitki ise, kuru ziraat, sebzecilik, bitki hastalıkları ve narenciye gibi daha alt bölümlere ayrılmaktadır. O dönemin ülkemiz ziraat eğitiminde bu şekilde branşlaşma benzeri bölümlerin olduğu bir metot bulunmamaktaydı. Çeşitli bölümlere ayrılmanın neticesi olarak belirli bir konuda uzmanlaşmanın sağlanabileceği çıkarımını yapar isek modern tarımda 1940’lı yıllarda ülkemizin yolun başında olduğu göze çarpmaktadır. Değinilmesi gereken bir başka husus ise Amerika’daki eğitim sırasında birtakım bürokratik iş ve işlemlerin ülkemize nazaran ne kadar hızlı ve kolayca gerçekleştirildiğidir. Araştırma ve tez için gerekli olan malzeme, materyal ve numunelerin temini ve bunların kullanımında, bugün bile ülkemiz bürokrasisinde aşamadığımız “kırtasiyecilik” adı verilen gereksiz ve zaman kaybına neden olan formalitelerin üniversitede bulunmayışı bu konuda verilebilecek en iyi örneklerden biridir.
Amerika’daki eğitimin tamamlanmasının ardından ülkeye dönülmesiyle, öteden beri hayali kurulan çiftliğe 1950’de öğrencilik yıllarında tanışarak evlendiği eşi Reha Hanım ile beraber Taşköprü’de (Yalova) kavuşulmuştur. Hem Reha Hanım hem de Ahmet İsvan şehir hayatı yaşamış, bu hayatın kolaylığına alışmış, şehir kültürü çevresinde yetişmiş, arkadaşlık ve sosyal hayatlarını şehirde geçirmiş iki insandır. Ayrıca hayatlarına şehirde devam edebilecek birçok imkana sahip kişilerdir. Tüm bunlara rağmen kırsal bir kesimde fiziki olanaklardan yoksun, hayat anlayışı, düşünce, kültür, eğitim ve alışkanlıklar bakımından aralarında büyük farkların olduğu insanların olduğu Taşköprü’ye modern tarımın uygulandığı adeta herkese örnek olacak bir çiftlik kurmak için taşınmışlardır. Esasen bu durum, bir ideal doğrultusunda hareket edilmesine yönelik büyük fırsatların terk edildiği bir örnek olarak algılanabilir. Gelecek adına birçok maddi imkan ve fırsatın bir kenara bırakılarak, elektriğin olmadığı suyun ise yetersiz olduğu, ulaşımın hemen hemen hiç olmadığı bir köyde ve sosyal yaşam olarak da ortak noktaların çok az olduğu bir toplum içinde bir ömür geçirmek pek de kolay bir tercih olarak görünmemektedir.
Geleneksel tarım yöntemlerini kullanan ve bazı yönleriyle değişime ve yeniliğe kapalı bir tutuma sahip Taşköprülüler ile modern tekniklerin uygulandığı bir çiftlik kurmak birçok yönden engellerin aşılmasını gerektirmiştir. Özellikle Ahmet İsvan’ın meyvecilik alanında faaliyet göstermek istemesi, bu alanda hem ticari kazancın hem de alınan üründe verimin yüksek olacağına inancı Taşköprü çiftçilerince ilk zamanlar kabul görmemiştir. Onlarda alışıla geldiği üzere tahıl üretiminin vazgeçilmez olduğu inancı yerleşmiştir. Esasen yeni ve ileri teknolojiye olan yabancılık, tavukçuluk ve koyunculuk gibi alanlarda da kendini hissettirmektedir. Taşköprü’nün o yıllarda bu konulardaki yetersizliğine rağmen kuluçka makinesi ve hibrit civcivlerin temini ile üretimin arttırılarak elde edilen ürünlerin İstanbul’da ticari kazanca dönüştürülmesi süreci göze çarpmaktadır. Bu durum günümüz açısından basit, sıradan ve gayet kolay gerçekleştirilebilecekmiş gibi görünse de ulaşım ve iletişim imkanları çok kısıtlı olan bir yerleşim yerinde, alışılmış yöntemler yerine o dönemin ileri teknolojisinin kullanılmasını sağlayacak zihniyetin Taşköprülülere aşılanması kolay bir iş değildir. Bunun yanı sıra o yıllardaki ithalat konusundaki kanuni kısıtlamalar ile bakanlık bürokrasinin aşılması da gerekmektedir. Tüm bu imkansızlık ve engeller açık bir şekilde hem ziraat fakültelerinin hem alanı ilgilendiren bakanlık ve alt teşkilatlarının o dönem itibariyle dünyada yaşanan gelişmelere paralel hareket etmediğini ve gelişmelere de yeterince açık olmadığını göstermektedir. Her ne kadar yüksek ziraat mühendisi sıfatına sahip olunsa da koyunculuk gibi eğitimi alınmamış sahalarda bu işi yapan çobanların yardımı ve bilgisi gerekmiştir. Nitekim öyle de olmuş ve çobanların bu işin okuluna gitmeden, eğitimini almadan zamanla edindikleri bilgilerle bu sektörden ticari kazanç elde edilebilmiştir.
Sosyal yaşam boyutuna bakacak olursak, yukarıda belirtildiği gibi hem Reha Hanımın hem de Ahmet İsvan’ın yetişmiş oldukları çevre, almış oldukları eğitim ve kültürleri Taşköprülülerden farklıdır. Kitapta yer verilen birkaç örnekten anlaşıldığı üzere Ahmet İsvan’ın almış olduğu laik eğitim köylünün birtakım gelenek ve davranış biçimleriyle uyuşmamaktadır. Bu uyuşmazlık yaşanan birkaç hadiseyle gün yüzüne çıkmıştır. Laik eğitiminden kaynaklı verdiği birtakım tepkiler nedeniyle İsvan bugün bile pişmanlık duyduğunu dile getirmiştir. Esasen İsvan kendisinde değindiği gibi o insanlardan kat kat fazla imkana sahip biri olarak iyi bir eğitim almış olmasına rağmen, yaşanan birkaç olaydan pişmanlık duyarak o dönemin şehirlisiyle köylüsü arasındaki uçurumun derinliğine dikkatimizi çekmektedir. Sadece okuma yazma bilen hatta onu da bilmeyen insanlar ile Robert Kolej ve ardından Amerika’da yüksek lisans eğitimi alan biri arasında kültür ve yaşam tarzı bakımından farklar olacağı makul karşılansa bile, toplumsal hayattaki gelenek, adet ve algılayış farklılıkları çok fazla olup üzücü ve kırıcı birkaç hadise de bu nedenden ötürü meydana gelmiştir. Köylü insanların eğitimsiz olmalarına rağmen dürüstlük, samimiyet ve saygı gibi erdemlere sahip olmaları yazarın gözünden kaçmamaktadır. Reha Hanımın köylü kadınlarla beraber bir dernek kurarak onlara destek olması ve dernek bünyesinde gerçekleştirdikleri faaliyetler, sonraki yıllarda Taşköprülü kadınların iş ve sosyal hayatta aktif olmalarına katkı sağlamıştır.
Tavukçuluk sektöründe yaşanan benzer imkansızlıklar ve sıkıntılar meyvecilikte de yaşanmıştır. 1950’li ve 60’lı yıllarda çağdaş meyvecilik için ülkemizde modern araç ve gereçler bulunmamakta, kanuni engeller nedeniyle de yurt dışından ithal malzeme ve makine temini pek mümkün olmamaktadır. Ağaç budaması, ağaç dikim sıklığı ve zararlı otlarla mücadele için ilaçlama gibi faaliyetlerinin nasıl olacağı konusunda meyvecilik çalışanları dünyada yaşanan gelişmelerden habersizdir. Alınan banka kredileri ile henüz 1980’lerde dünyada da pek yaygın olmayan damla sulama sistemine geçilmiş ve yurt dışı ziraat dergilerinde değinilen meyvecilik yöntemleri de uygulanarak yüksek verim elde edilmiştir. İsvan’a kadar meyvecilikle ilgilenmeyen Taşköprülülerden bazıları, başarı ve ticari kazanca kendileri de şahit olduktan sonra bu sektöre yönelmişlerdir.
Son olarak, 1955-70 yılları arası Yalova’ya yerleşen Amerikan subay ve ailelerin burada yarattığı kültürel etkiler ve yörenin hem ekonomik hem de sosyal hayatında meydana getirdiği değişiklilere değinilmesi gerekmektedir. Amerikan subay ve ailelerinin, fakir ve dışarıya pek açık olmayan Yalovalılara göre yüksek gelire sahip olmaları ne yazık ki Yalovalı halkın bilinçaltında sadece gelir düzeyi farkından kaynaklı onların daha üstün olduğu kanaatini şekillendirmiştir. Bürokraside yer alan idarecilerimizin de Amerikan subayları karşısındaki ezik ve çekingen duruşu halkın bu kanaatinin şekillenmesini güçlendirmiştir. Bu ailelerin özellikle kadınların başta alış veriş olmak üzere şehir hayatının her alanında aktif olmaları durgun ve muhafazakar Yalova halkının alışık olmadığı bir kültürdü. Tüm bunlar, istenmese de halk üzerinde sanki bir aşağılık duygusu yaratmış ve onlarda olan imkanların Yalova halkında olmayışı özenme duygusunu ortaya çıkarmıştır. Bu yaşananlar nedeni ise Yalova halkı ile Amerikan ailelerinin gelir ve kültür düzeyleri arasındaki uçurumdur.
Özetle, çocukluk çağı ve eğitim hayatını 1930 ve 1940’lı yıllarda İstanbul ve Ankara’da geçiren, yeni kurulan bir ülkede halkın büyük çoğunluğunda olmayan imkanlara sahip, lisede tanıştığı ve sevdiği biyoloji bilimine ilgili, bunun sonucunda Amerika’da yüksek lisans eğitimi alan ve ülkesinde modern tarım metotlarının uygulandığı bir çiftlik kurmayı planlayan İsvan toplumsal, teknolojik kısıtlamalar ve iletişim yetersizliklerine rağmen kırsal bir yerleşim yerine giderek orada sıfırdan yeni bir hayat kurmuştur. Tüm bu süreçlerin cumhuriyetle yaşıt bir insan tarafından anlatılması ülkemizin bu zaman zarfında yaşadığı gelişme ve değişimlerin anlaşılmasına ışık tutacak niteliktedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder