Osmanlı Devleti Sünni İslam’ın dünya üzerindeki koruyucusu olma ideolojisine sahip olmakla beraber Hristiyan veya diğer dinlere mensup toplulukları din değiştirmeye zorlamayan bir yapıya sahipti. Din ve devletin özdeşleşmesi farklı eğilimlere sahip olan veya aykırı nitelikteki Müslümanlarla karşı ise sert şekilde mücadele edilmekteydi. Devletin bekası kutsal kabul edilerek en büyük öncelik sayılmıştır. Her ne kadar şeriat, devletin temel hukuk kaynağı olarak görünse de 18. yüzyılda aile hukuku ve mülkiyet konularını düzenlemenin dışında pek bir fonksiyonu bulunmamaktaydı. Bu durum, siyaset ve din ayrımının gözetilerek pratik faydaların ön planda tutulduğunu göstermektedir. Mutlak gücü temsil eden sultan ile halk kitlesi (reaya) arasında kesin bir ayrım vardı. Sultanın etrafında, ordu ve saray işlerinden sorumlu “askeri” yöneticiler ile eğitim, adli ve din işlerinden sorumlu “ulema” yer almaktaydı.